Afşar Timuçin’le Şiirde Yarım Asır

Türk edebiyatının usta kalemi Afşar Timuçin’in on beşinci şiir kitabı olan “Sonsuzluk Şarkısı” geçen ay yayınlandı. Bütün eserlerini yayınlayan Bulut Yayınları’ndan çıkan kitap şairin 2015 -2018 döneminde yazdığı yetmiş bir şiirden oluşuyor.
Kitabın sayfalarını çevirdikçe, varlığına rastlamayı özlemle beklediğim, evreninin kapılarını sonuna dek aralayan bir ev sahibiyle karşılaşmış meraklı bir konuk gibi hissettim kendimi. Okuduğum her dizede yazarın dünyasına yaptığım yolculuğun, yani bu hoşnutluk veren konukluğun alabildiğine sürmesini istedim.
Altmış yılı aşkın süredir şiirleri, öyküleri, felsefi eserleriyle üç kuşağa ışık tutan Afşar Timuçin’i ayrıksı kılan en önemli özelliklerinden biri, yazınsal üretiminin tek bir türle sınırlandırılmamış olmasıdır. Kimilerimiz onun düşünsel yönü ağır basan akademik eserlerini, kimilerimiz duygu dünyamızda derin izler bırakan edebi eserlerini sevdi. Üstelik her alanda da özgün ürünler vermeyi başardı. Felsefeye edebiyatın güzel ve akıcı dilini soktu. Şiir, roman ve öyküye felsefenin insana bütünsel ve tarihsel bakışının derinliğini kattı. Bir estetikçi olarak neyi niçin ve nasıl yaptığının bilincinde olarak şiir, öykü ve romanlar yazdı.
Afşar Timuçin’in elli yılı boyunca yazdığı yüzlerce şiirin her biri, birbirinden farklı algı dünyaları olan her okurun ruhuna dokunmuştur şüphesiz, çünkü onun şiirleri yaşanmışlık kokar. Günümüzde birçok şair, hiç deneyimlemediği, yabancısı olduğu duygu kırıntılarını, süslü bir dil kullanarak sunar okuyucuya. Kaleme alınan her bir dize, yaşamda karşılığı olmayan peş peşe dizilmiş güzel sözcüklerdir sanki. Ruhlarımızda yavan bir tat bırakan garnitürler gibidirler. Konserveden şiirlerdir onlar. Yarası yaramıza değmeyen, üzerinde düşünülmüş, masaya yatırılmış, hesaplı kitaplı şiirlerdir çoğu. Teğet geçer hüzünlerimizden, coşkularımız ve bazen kaybedişlerimizden.
Bizi Biz Yapan Doğanın Gücü
Afşar Timuçin şiirlerinde ise insanı saran bir içtenlik vardır. Doğallıkla benzeştirebileceğimiz bir kendiliğindenlik vardır. Dizelerini güzel kılan yalınlığındaki ahenktir. O ahengin kaynağı şiirinin biçiminde değil, özünde ve şiirinde kullandığı imgelerinde gizlidir. Dizelerindeki pastoral lezzet ve dinginlik doğaya olan tutkusundan ileri gelir. Doğayla yaşadığı bütünselliğin etkisini “Bizde Olan” şiirinde apaçık görürüz. “Bizi biz yapan güç, doğanın sonsuz gücüdür” der.“En zor zamanlarımızda bile”, “Bize güzellikleri sezdiren” , “Aşka inandıran bizi”, “Doğruya ve iyiye inanmayı” , “ Tutku diye gönlümüze yerleştiren”, “Bize sevdiren kendimiz olmayı”. İçinde yaşadığımız teknoloji çağının mekanikleştirdiği, insani değerlerimize, doğaya ve bununla ilişkili olarak kendimize yabancılaştığımız, yapı-söküme uğradığımız günümüz dünyasında doğanın sonsuz gücü ve insan ruhunu arındıran kutsallığından ayrı düştüğümüzü vurguluyor.
Sonsuzluk Şarkısı’nda yer alan şiirlere genel olarak baktığımızda, şairin, okurun yüzünü doğaya dönmesi çağrısı çıkıyor ortaya. Timuçin’in sıkça yinelediği kelimeler görüyoruz, bunları elbette tekrara düşmek için yapmıyor. Şiirinin vurgusunu duyuran anahtar kelimeleridir onlar: savaşçılar, göçler, kuşlar, denizler, özlemler… Kuşlar onun için tüm yalınlığıyla doğanın görkemli canlılarıdır. “Bir Deniz Kuşunun Anlattıkları”, “Deniz Kuşu” , “ İstanbul’da Bir Akşam”, “Ne Zaman Seninle “, “Akşamlara İnen Kuşlar” şiirlerinde kuş imgesiyle karşılaşıyoruz. Kim ya da nedir kuşlar?
Evrenin şiiridir onlar
Son açıklamasıdır güzelliğin
Sevinçlerin unutulduğu yerde
Bir ölümsüzlük şarkısı söylerler
Yaşayana ölüm yok demek için
Şiirsel güzelliği olan özgürlüğün simgesidir onun için kuşlar.
Savaşçılar ise insanı kuşatan bu çarpık düzende özgürlük mücadelesi verenlerdir. İnsanın insanca bir dünya kurmasının kavgasını veren, bunu insanlığını düşünsel ve ahlaki birikimini özümseyerek verenlerdir. Savaşçılar kitlelere umut ve güç verir. Çektiklerinden şikâyetçi değillerdir. “Gelecek Günler” şiirinde şöyle yazar:
Her olmaza direnmeyi bilen
Bütün gönlü geniş savaşçılar
Dünyanın kurulduğu günden beri
Hiç ama hiç yakınmadılar
Her okur farklı bir dünyadır şüphesiz. Her birimiz bambaşka görürüz bizi kuşatan yaşamı. Duygulanmalarımız, hassasiyetlerimiz, ruhumuza sevinç veren şeyler birbiriyle uyuşmadığı zamanlar çoktur. Bazen okuduğumuz şiirde yaşamımızın özetini görürüz, bir başkası hiç deneyimlemediğimiz, yabancısı olduğumuz şeyleri anlatır bize. Sonsuzluk Şarkısı’nda değişik yaşam koşullarından gelen okurları ortak bir duyarlıkta buluşturan, yakalayan birçok şiir var. “Sen Açık Denizlerin Çocuğusun” şiirinin bunlardan biridir. Bu şiiri okurken, özlem duyduğum, yaşamımda eksik olan ne varsa onu doğanın saflığında aramam gerektiğini fısıldayan bir dış sesi dinliyormuş gibi hissettim. Kentin insanı yabancılaştıran, ruhsallığımızı yoran karmaşası, gündelik tekrarların duyarlılığımızı aşındırması, bizi sürekli bir bunaltıya sokması karşısında şiirin çağrısıyla, açık denizlerin yani doğanın verdiği sonsuz özgürlük hissini duyumsadım ve heyecanlandım. Üç dizesini aktaracağım “Denize Doğru”yu okurken de benzer duygu ve düşüncelere kapılmadan edemiyor insan:
Sen ki maviye tutkunsun baştan beri
Nerede ışığın sularla oynaştığını
Görsen kendinden geçersin deli gibi
Aşkın Diyalektiğini Yazmak
Afşar Timuçin’in “Sonsuzluk Şarkısı”, doğayı daha derinden duyumsamayı, ona daha keskin gözlerle bakmayı, içinde barındırdığı her öğeyi uyumlu bir bütünsellik içinde düşünmeyi ve içselleştirmeyi öğretir bize. Bazen doğanının sonsuz devinimi, bazen huzur veren dinginliği vardır dizelerinde.
Afşar Timuçin her şeyden önce gerçek bir düşünce adamıdır. Düşünsellik biraz da aklın yüceltilişi değil midir? “Aşkta mantık aranmaz” en yaygın klişelerden biri haline dönüşmüşken ve çoğumuz böyle düşünüp dururken, o, “Aşkın Diyalektiği”ni yazar. Düşünür kimliğiyle değerlendirdiğimde aşkı en incelikli yerleriyle masaya yatırması bana hep şaşırtıcı gelmiştir. Afşar Hoca’nın sevdaya dair söyleyecek ne çok şeyi var, diye düşünürüm. 80 yıllık bir yaşama birçok güzellik sığdırmıştır elbette. Aşklar, ayrılıklar, özlemler. Sevdalandığı kadınlar olmuştur şüphesiz. Nâzım Hikmet’in, Piraye’si, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Azime’si, Ahmed Arif’in hasretinden prangalar eskittiği Leyla’sının olduğu gibi. Kadınlarını da açık denizler kadar, şiirselliklerinden büyülendiği deniz kuşları ve martılar kadar sevmiş midir? Yorgun savaşçılarını sever gibi büyük bir tutkuyla sevdalandığı kadınlar olmuş mudur, diye düşünmeden edemiyor insan. Şair aşkları, aşkın bir yücelik, ölümsüzlük kokar sanki. Tüm varlıklarıyla tutuluverirler, tükenmeyen bir arzuyla… Bazen en tekinsiz kadınlara vurulurlar. “O Kadınlar Gelirlerdi” şiiri böyle sevdalar için yazılmıştır.
Neler ummuştuk bizler
Onlar hiç değişmezlerdi
Gizlice başkasını da sevmeleri
Garip bir yalnızlıktı gönlümüzde
….
Bize çıkmaz sevgileri verdiler
Bizde kendilerini tükettiler
Ruhumuza dokunmayan, hayatımızdan geçip giden, çabucak tükenen, alelade sevdaları anlatıyor sanki. Olsalar da olurdu, olmasalar da. Tekrar tekrar okuma isteği yaratan üç mısra var ki bu türden sevdaları tüm yalınlığıyla betimliyor:
Bir pamuk şekeriydiler
Pembenin yetmiş iki çeşidi
Daha dokunmadan bitirilen
Geçtiğimiz günlerde Afşar Timuçin’in Açık Gazete’de yayınlanan, “Büyük Aşklar Düşlemiştik” başlıklı yazısına rastladım. “Çok sıradan yakınlıkları bile büyük aşklar diye yaşamayı denedik” diyor yazıda. Bu satırlar “O kadınlar Gelirlerdi” şiirinin tek bir cümleyle özetlenişi gibi. Öznel olarak baktığımda bende tekrar tekrar okuma isteği yaratan bir başka şiir, “Uzakta Bekleyişler”dir.
Bütün gece düşünüp durdum
Bahçenizde filbahri var mı?
Herşeyden önce bahçeniz var mı?
Dallarına kuşlar konar mı?
Annem bana delisin derdi
Şimdi onu daha çok anlıyorum.
İlk gençlik yıllarında, toy bir delikanlının, gece vakti başını yastığa koyduğunda, düşler kurup sevdiği kıza beslediği platonik aşkı çağrıştırır bu şiir bana. “Bugün İçin” ise belki de kitapta yer alan müstesna mısralarıdır Afşar Timuçin’in. Aşk beslediği bir kadının şefkatini ve yumuşaklığını hissetmenin, onun yaşamının parçası olmasına duyduğu o derin arzuyu açığa vurur kalemi. Şair, “Büyük aşkları yalnızca büyük ruhlar yaşar” der. “Sonsuzluk Şarkısı”nda ruhuna sığdırdığı bunca aşk, ona sonsuz bir güç veren doğa, felsefe ve edebiyat, ucu bucağı olmayan denizler, şiire benzeyen kuşlar, yılmadan, yakınmadan çarpık düzene karşı verdiği savaş, kadınları ve tüm kirine ve pasına rağmen umutla baktığı hayat var…
Yeşim Zuhal Yolcu
13 Haziran 2021 Pazar | 578 Görüntülenme
İlgili Kategori: Kitap Bağımlısı