Derinimsi ve felsefik görünümlü boş yazı yazmaya giriş
Entelektüel ve felsefikmiş gibi görünen ancak kimsenin hiçbir şey anlamadığı ve zaten de anlamsız olan bir “edebi yazı” mı yazmak istiyorsunuz?
Okuyanların, Kemal Sunal’ın bir filmindeki köylü karakterin “muhtar ne güzel gonuştu heç bi şey anlamadım” demesi gibi hiçbir şey anlamamasını ve anlamadığı için yazdıklarınızı çok derin zannetmesini mi istiyorsunuz?
Boş, bomboş ve anlamsız yazılar yazıp derin anlamlar yüklüymüş gibi algılanmasını ve sığ yazılarınızın “derinimsi” görünmesini mi istiyorsunuz?
Başlangıç için Hasan Bülent Kahraman’ın Radikal Gazetesi’nde yayımlanmış her hangi bir yazısını alıp onun gibi yazmaya çalışarak tekniğinizi geliştirebilirsiniz.
Radikal’in arşivine ulaşmak sorun olursa Bedri Baykam’ın 125 bin dolarlık “boş çerçeve” adlı “başyapıtı” üzerine yazdığı yazıyı okuyabilirsiniz.[1] Bu yazıya katlanmanın kolay olmadığının farkındayım. Bu yazıya maruz kalmanın bilincinizde yaratacağı hasarı önceden tahmin etmek de mümkün değildir. Yok eğer her şeyi bir çırpıda ve hemen öğrenmek istiyorsanız “Hasan Bülent Kahraman gibi yazı yazma rehberi” başlıklı yazıdan[2] yararlanabilirsiniz.
* **
Bu yazıyı ileri düzey saçmalamaya ayırdık. Yukarıda sözünü ettiğimiz alıştırmaları bitirdikten sonra dersimize başlayabiliriz. Diyelim ki hakkında yazı yazacağımız “şiir”, “höngeci şair/yazar/düşünür Tonguç Kundil”in şu “yazmık”ları olsun:
“Yarim elma yanaklı,
Orta boylu kalem kaşlı”
Ne dediğinizi duyar gibiyim:
“‘Şiir’ diye adlandırdığınız bu sözcük yığını, son derece sıradan, son derece klişe ve olabildiğince gülünç bir betimlemedir. Bu ifade için bundan fazlası sözcük israfıdır.”
Ama durun.
Biz de biliyoruz öyle olduğunu ama bu kişinin de piyasaya pazarlanması gerekiyor.
Ne yaparsınız ekmek fular parası…
***
Yukarıda “şiir” diye yazılan sözcük kalabalığını yazmış kişiyi şair diye pazarlayacaksanız, kitabının çok satmasını istiyorsanız ve de karşınızda estetik beğenisi yıllardır tecavüze uğramakta olan bir okur yığını var ise böyle şeyler söylememelisiniz.
Peki ne söylemeliyiz?
Hadi başlıyoruz.
* **
Örneğin aşağıdaki gibi yazabiliriz:
“Yarim elma yanaklı,
orta boylu kalem kaşlı”
Ontolojik temsiliyetin olanağı ve olanaksızlığı bağlamında fasial serimleme
İnsan-doğa antagonizmasını, yüzde beliren ilk günah simgesiyle (elma) ontolojik bir karaktere bürüyen ve bu ilk günah simgesini bir mekân kaydırmasıyla adeta insanın yüzüne çarparcasına tekrar tekrar hatırlatan metaforik bir anlatım bu. Yazar, fallik göndergelerin (kalem) elektral simgelerle (elma) yan yana durduğu ve hatta iç içe geçtiği çok katmanlı bir temsil evreni yaratarak özgün bir dil kuruyor. Bu dil simgesel düzlemde bütün bir insan ruhunu kucaklıyor; sadece olduğuyla değil aynı zamanda olabilecekleriyle…
Çağımızın seksist bakışını duru ve çırılçıplak bir cümleyle karşısına alarak bir kadın yüzüne sadece “eko-mitos”u (elma) değil aynı zamanda “logos”u (kalem) sığdıran sıra dışı bir bakış yakalamış.
Dil hem sade hem çok katmanlı ve derin. Yüzeysel bir okumayla basit bir betimleme gibi algılanabilecek bu ifadede alt metinde Baudrillard’dan Kristeva’ya uzanan gürül gürül bir senfoni akıyor. Elma yanağı, kalem kaşı ne kadar kapsayabilir: Lacancı temsiliyet imkânsızlığı algılanabilir olanın sınırlarında burada da karşımıza çıkıyor.
Şairin şiirdeki sıfatları kullanışı, bir yandan Leninci bir “somut durumun somut tahlili” ilkesine uyarken öte yandan modern dikotomileri aşan bir okumlamayı da içeriyor.
Bakış açısının algının son ürününü değiştirdiği, sözcüklerden yapılmış bir çeşit Mona Lisa tablosu adeta. Yazarın algısı, sadece bir kadın yüzündeki dişilliği (elma) kavramanın ötesine, o dişilliğin yanı başında duran erilliği (kalem) de algılayacak kadar keskin ve net: Metinde, dişildeki erillik, erildeki dişillik diyalektik bir kavrayışla karşıtını yeniden üretiyor. Üst metinde kadın yüzündeki dişillik tözünü gösterirken, yazar Saussure’cı gösteren-gösterilen ilişkisini tersyüz etmek için bir alt katmana inmemizi bile beklemiyor; duru olduğu kadar sabırsız bir dil bu. Yazarın kurduğu bu fenomenolojik dil labirentinde okur düşünce akışını hangi düzlemde yönlendirirse yönlendirsin her seferinde bir başka noktaya ulaşıyor; yatay bir okumlamayla ulaşılabilene dikey okumlamada ulaşılamıyor. “Kalem kaş” ya da “elma yanak”… Metinden ne alması gerektiği noktasında okuyucuya sınırsız bir seçim hakkı tanıyan “post-teorik, pre-praksis” bir arayüzle, özgürlükçü bir dille karşı karşıyayız. Yanak ve kaş gibi nitelikleri nesneler dünyasının sınırlı yapıları, yazarın kaleminde elma ve kalem gibi sınırsız simgelerin kanatlarında varoluşçu bir yolculuğa çıkıyor. Daha önce size çok sıradan gelen nesnelere artık şaşkınlıkla baktığınızı fark ediyorsunuz. Şairin bizi simgesel düzlemde ulaştırdığı ontolojik katmanda yanak artık sonsuz döngüsel bir elmaya, kaş lineer bir kaleme dönüşüp kendi üzerine kapanıyor.
Kapitalist modernitenin uzamında yaşayan bizlerin anlamakta zorlanacağı, lineer ile döngüselin birbirini dışlamadan, aynı varoluş düzleminde yer alabildiği, bir evren bu. Bu aynı zamanda kartezyen düşüncenin merkezsiz öznelerle kavgasında bir uzlaşma arayışı sanki. Kavramların birbirlerini itip ötekileştirmediği, farklılıkların kendiliklerini yitirmeden birlikte var olabildiği realiteden daha reel bir hipergerçeklik manifestosu… Bir betimleme merkezinden yayılan, Avrupamerkezci ontolojinin dışında kurgulanan, “başka bir dünya mümkün” diye haykıran, yumruğu sıkılı yepyeni bir felsefi praksis dalgası bu…
Kalemin sivriliğini, modernitenin Newtoncu determinizmine saplanan bir eleştiri oku olarak da okumlayabiliriz. Yanak ve kaş, metaforları elma ve kalemin dışında ve ötesinde, konumları itibariyle metinde ifade edilmese de göze atıfta bulunuyor. Bu bağlamda metin söyledikleri kadar söylemedikleri ile de bize zengin bir dil olanağı sunuyor.
Bu metinde her katmanda bizi yeni bir imgesel sürpriz karşılıyor. Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik Bik[3]…
***
Ne o bunaldınız mı? Bu kadar yeter mi?
İsterseniz beş dakika mola verelim, bir nefes alın, gidip elinizi yüzünüzü yıkayın.
Lacan, Kristeva, kartezyen, praksis, eril, okumlama, Lenin, çok katmanlı anlatım, ontolojik, lineer, fallus… Bütün bu laf salatası “yarim elma yanaklı, orta boylu kalem kaşlı” gibi saçma sapan bir ilkokul klişesi için mi? Böyle mi diyorsunuz?
Bu metin bize ne anlatmak istiyor?
Bu metin bize bir şey anlatmak istiyor mu?
Bu metnin bir anlamı var mı?
İlgili ilgisiz bunca sözcüğü ardı ardına sıralayarak ne anlatmaya çalışıyor?
Bunun bir önemi yok; okur hipnotize oldu, pes etti.
“Vay be! Nasıl da derin yazmış! Bilmediğimiz bi sürü isim sıralamış, bilmediğimiz bi sürü kavram kullanmış. Çok derin ve ağır bir yazı olmalı!”
***
Okuru hipnotize etmek isteyen böyle yazıların panzehiri, okurun şu çok basit soruyu sormasıdır:
Bunun anlamı nedir?
***
Eleştirel aklın bu en eski sorusu, derinimsi yazıların büyüsünü bozar.
“Bunun anlamı nedir?” sorusu, asla duymak istemedikleri, onları çılgına çeviren öldürücü bir sorudur. Anlam arayanları aşağılamalarının, cahillikle suçlamalarının nedeni tam da budur. Anlamsız şiirleri, öyküleri, romanları, anlaşılmaz tanıtım metinleriyle piyasaya sürüp saçmalıklara derinlik atfedip “büyük edebiyat” süsü verirken, gizemli dünyalarının büyüsü asla bozulmamalıdır.
Onların gözünde metin karşısında okurun sadece hipnotize olup inanma hakkı vardır, sadece “vaaav süpeeer” deme hakkı; ötesi sanattan anlamamazlık, geri kafalılıktır.
***
Bunun anlamı nedir[4]?
Bu soru bizim gerçeklikle olan en büyük bağımızdır.
Bu soru, bizi zırvadan koruyacak büyük bir panzehirdir. Bu nedenle, aptal yerine konmaktan hiç çekinmeden ısrarla bu soruyu sormak zorundayız:
“Bunun anlamı nedir?”
[3] Vasat Edebiyatı 101, 2. Baskı, sf 26-8. Hayal Yayınları, 2017, İstanbul.
Taylan Kara
20 Ocak 2022 Perşembe | 1220 Görüntülenme
İlgili Kategori: Red