Çocuklara Felsefe Öğretelim Mi?
Resim: Haydar ÖZAY
Eşin dostun toplantılarda zaman zaman sorduğu bir sorudur: “Çocuklara felsefe öğretelim mi?” İşi şakaya vurdurup şöyle bir yanıt verebilirim ama elbette böyle bir şey yapmıyorum: “Biliyorsanız öğretin, önce öğrenin sonra rahat rahat öğretirsiniz.” Şakanın da kırıcı olmaması gerekir. İşi şaka diye almazsak doğru bir öneri bu: biliyorsanız öğretin, bilmiyorsanız neyi öğreteceksiniz! Çocuklara felsefe öğretmek de nereden çıkıyor? Çocukların öğrenmesi gereken her şey bitti de geriye felsefe mi kaldı! Ne çok şey var öğrenmeleri gereken, onları öğrenmeden büyüyorlar. Saygılı olmayı, özenli olmayı, değer bilmeyi, dikkatli olmayı, yaşama üretici olarak katılmayı, paylaşmayı, daha birçok şeyi öğrenmeden büyüyüp çıkıyorlar genellikle. Özgür eğitim adına yetiştirilmiş olan ve rahatça terbiyesizlik edebilen nice genç insan tanıdım. Oysa bazı güzel nitelikleri çok küçük yaşlarda edinebilir insan ya da daha doğrusu edinmelidir. Aramızda şakacı olmak adına kabak gibi her sözü söyleyebilen ve her türlü çirkin davranışı gösterebilen insanlar parmakla gösterilecek kadar az mı?
Çocuklara felsefe öğretmek telaşı onları erkenden iyi düşünen hatta derin düşünen insanlar yapmak için olmalı. Ancak bu işin ısmarlama bir iş olduğunu sananlar yanılıyorlar. Gerçek anlamda düşünen insanlar yetiştirmek için felsefeyi bir yana bırakıp iyi bir kavram eğitimi uygulamak gerekir. Öncelikle bu toplumun insanları “eğitmek”le “öğretmek”i eşanlamlı terimler diye düşünmeyi bırakmalı, “öğretmek”den vazgeçip “eğitmek” için yöntemler geliştirmelidir. Kimseyi doğrudan eğitemezsiniz ama insanların kendilerini eğitmelerine katkıda bulunabilirsiniz. Kolları sıvayıp birilerini eğitmeye kalkan yarı yolda kalır. Zaten işin adını “öğretim” koyduğumuz için bilgi aktarımında sınırlanıp kalıyoruz, aktardığımız bilginin ne ölçüde sağlıklı olduğu da çokça tartışma götürür. Şişeye huniyle su döker gibi kafaya bilgi dökmek insanları aptal etmekten başka bir işe yaramıyor. Bülbül gibi şakıyan öğrenciye öğretmen bir aferin yapıştırıp en iyi notu verince sorun çözümlenmiş oluyor. Ama hiçbirimiz bu dıştan doldurulmuş kafalarla bir yere gidemediğimizi ve gidemeyeceğimizi, yapıcılıktan ve yaratıcılıktan iyiden iyiye uzak bir yaşam sürmekte olduğumuzu görmek istemiyoruz.
Ali Ulvi Ersoy
Bu koşullarda çocuklara felsefe öğretmeye kalkarsanız yanlış iş yaparsınız. Çocukcağız kendisine verilmiş olan kimi doğru kimi yanlış ama tümü doldurma bilgileri evirip çevirirken ve onları neye yaratması gerektiğini düşünüp bulamazken bir de felsefenin sillesini yerse yandı demektir. Duyduğuma göre şimdi birileri yerli ya da yabancı “felsefeci” yazarların kaleminden çıkmış olan bir takım çocuklara felsefe kitaplarını çoktan uygulamaya koymuşlar. Aslında amaç hiç de kötü değil: şimdiden doğru düşünmeyi öğrenmek. Çocuğun kafasında her şey birbirine karışmışken onun doğru ya da iyi düşünmesini sağlamak yolunda kolları sıvayana gülüp geçmeliyiz. Yavrum hiçbir şey bilmiyor ama doğru düşünüyor. Babaannesinin güzeli, gelsin de babaannesi bir öpsün onu, bak nasıl da Celal amcası gibi felsefe konuşuyor benim yavrum. Toplum tiyatroda olmasa bile gündelik gösteri sanatında epeyce yol almış olduğu için felsefe öğretiminin de kendine göre sofistliği andıran bir işlevi olacaktır.
Çocuklara felsefe öğretmek değil de onları felsefe öğrenmeye hazırlamak gerekir, epeyce uzun sürecek olan bu hazırlık bihakkın yapılabilirse çok yararlı olur. Yapılması gereken budur. Bunun için kolay kolay sağlayamayacağımız çok önemli iki şeye şiddetle gereksinimimiz var: kavram eğitimi yaptırabilecek yetkinlikte eğiticiler ve böyle bir eğitim için ülke koşulları göz önünde tutularak düzenlenmiş eğitim programları. Böyle bir eğitimin özellikle liseyi de içine alabilecek genişlikte düşünülmesi gerekir. İlkokulun başlarından lisenin sonuna kadar uzayan çizgide her yaşa göre kavramsal bilgi edinme eğitimi uygulamak gerekir. Böyle bir eğitim genç insana insan olmanın temel bilgilerini kazandıracaktır, onu yaşamla tanıştıracak ve yaşam gerçeğine yerleştirecektir. Çocuğa diyelim tarih öğretiyorsunuz, şöyle oldu böyle oldu şu geldi öbürü gitti, öğreniyor, ama tarih nedir diye sorduğunuzda ağzını açamıyor. O durumda kafa karışıklığı içinde bir takım sözde bilgileri gerçek bilgi diye kafasında gezdirirken ortalıkta dolaşan yalan yanlış kalıp düşünceleri kendine alma eğilimleri de gösteriyor. Benim yaşıma geliyor, bir de bakıyorsunuz ortaçağ karanlığından sözediveriyor. Neden olmasın, kendisi aydın ya da aydınlanmış bir kişidir artık ve ortaçağ karanlığına sonuna kadar karşıdır. Bununla birlikte kendilerine Ortaçağ’ın ne olduğunu, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini, kaça ayrılabileceğini, hangi koşullardan gelip ne gibi dönüşümler geçirdiğini, zaman açısından Rönesans’ı içine alıyor olmasının karanlık olma açısından bir çelişki ortaya koyup koymadığını sorduğunuzda sinirlenecektir dostumuz. Örneğin bu Ortaçağ denen şeyin tarım alanında Eskiçağ’ın koşullarından daha geriye mi düştüğünü yoksa bir takım yenilikler getirmiş mi olduğunu, buna benzer birçok soruyu sorduğunuzda iyice apışıp kalacaktır.
Burak Kabasakal
Toplumda enine boyuna yaşadığımız, çok yerde canımızı yakan, bizi yaratıcı düşünceden yoksun bırakan, bizleri kadın erkek çoluk çocuk eleştiri düşmanı durumuna getiren bilgisizliğimizi çocuklara felsefe düşleriyle aşmaya çalışmanın bize iyilikler getireceğini ummayalım. Resmen eğitimden sorumlu olanların hemen hiç geç kalmadan sağlıklı eğitim programlarının hazırlanması yolunda kolları sıvamaları beklenir. Bu arada bu tür programların yetkin eğitici yetiştirmek için de düşünülmesi gerekiyor. İyi eğitimciniz yoksa iyi eğitim yaptıramazsınız. Bu da elbette her şeyden önce bir dizge ve yöntem sorunu ortaya koyuyor. Dizgeci düşünceye alışmamış ve yöntem kavrayışı olmayan insanlardan seçilmiş bir eğitim topluluğunun sözünü ettiğimiz cinsten bir eğitim düzeneği oluşturması ve onu uygulamaya koyması kolay değildir. Bu iş için özel olarak seçilmiş ve özel olarak yetiştirilecek olan, genç insandan emeğini esirgemeyecek gözüpek eğitimci adaylarımız olmalıdır.
Sanıyorum önce yapılması gerek şey şu “öğretim” sözünü kafalarımızdan kitaplarımızdan programlarımızdan silmemiz ve unutup çıkmamızdır. İnsan öğrenen ya da öğretilen varlık değil kendini eğitebilen varlıktır. Eğitim dediğimizde insan bireyinin her anlamda kendini eğitmesi anlaşılmalıdır. Eğitimci eğitilene ancak yardımcı olabilir: takıldığı noktada ona yol açabilir, bazı şeyleri birbirine karıştırdığında ona elini uzatabilir, onu daha geniş ya da daha özgür düşünebilmesi için yüreklendirebilir… Gel ben sana öğreteyim cinsinden bir eğitimcilik anlayışı dünyanın birçok yerinde yürürlükten kalkmıştır. Bizim insanımız düşünmeyi sevmiyor, bizim insanımız yazı yazmak gibi sıkıcı bir işe sıvandığında ilk iş anlaşılmaz bir biçimde özneden sonraya virgülü hatta noktalı virgülü yapıştırıp çıkabiliyor. Bu koşullarda benim buradaki dileklerim hayal demektir. Olsun düş kurmak da iyidir. Düşler olmasaydı gerçekler de olmazdı. İnsanoğlu daha baştan beri gerçekliği düşlerde yakaladı. Düş görmeyen insan korkunç insandır, kendini gerçekçi sanan ayakları yerden kesik biridir o. Düş göremeseydik ne bilim olurdu ne felsefe oldurdu ne sanat olurdu. Bu ülkede de iyi bir eğitim düzeneği kurulacağına olan inancımız tamdır.
Son zamanlarda aklı başında insanları kaygılandıracak bir takım gelişmeler oldu. Birileri düşünmeden düşünmeye hatta felsefe yapmaya merak saldılar. En alt düzeyde akla zarar görüşler üretiliyor, bu görüşlerin çoğu dinle ilgili. Biraz daha yukarıya çıktığınızda felsefe merakı başlıyor: felsefe bilmeden felsefe yapmanın sefilliğine tanık oluyorsunuz. Ortalığı sallama bilgiler dolduruyor. Bunu yapanların bir bölümü siyaset adına ve belki de ulusallık bilinci adına kolları sıvamış kimseler. Efendim diyor adam, Batı da neymiş, felsefenin hası bizde var. Canım benim, filozofun hası da sensin. Bir başkası çıkıyor, uygarlığın merkezi Doğu’ya kaydı diyor. Bir başkası yunan-latin kültürünün palavradan başka bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. Daha bir başkası eski Sparta’lıları Hitler’in ataları saymaya kalkıyor. Aslında batı kültürü karşıtlığı biçiminde ortaya çıkan çok sağlam bir kültür düşmanlığıdır bu. Çocuklara felsefe öğretirken bunları mı öğreteceksiniz, merkez şu yana kaydı saçmalığıyla çocukların kafalarını biraz daha mı bulandırmak istiyorsunuz? Ne olur kimseye bir şey öğretmeyin, daha doğrusu bu koşullarda kimse kimseye bir şey öğretmesin.
Düşleri gerçeğe dönüştürmek aydın yürekliliğini gerektiriyor. O yürekli aydını kendimizde yaratmalıyız önce. O yürekli aydını felsefenin ışığında yaratmalıyız. Bırakalım çocuklara felsefe öğretmeyi, önce kendimiz felsefe öğrenmeye koyulalım. Felsefe kolaydır ama tembellik kaldırmaz. Bakmayın bir takım filozofların anlaşılmaz şeyler yazmış olmalarına, biz anlaşılır şeyler yazan filozofların metinlerini okuyalım yeter. Çünkü çok iyi biliyoruz ki asıl felsefe bilmesi gerekenlerimiz bile felsefe bilmiyor. O yüzden felsefe bir takım “felsefeci”lerin elinde sürüklenip duruyor. Bizler felsefe bilen ya da daha doğrusu felsefenin ışığından yararlanmış anababalar ya da eğiticiler olabilseydik o ışık çocuklarımıza kendiliğinden yansıyacaktı. Gelin bugünden başlayalım, boş şeylere ayırdığımız vakti felsefeye ayıralım. Ben şu yaşıma geldim, bundan sonra felsefe de neymiş demeyin. Seksen yaşında birinin yüzüne felsefe ışığı vurduğu zaman dünyanın en güzel resmi çizilmiş olur.
Önce felsefe öğrenelim, gerekiyorsa sonra felsefe öğretiriz.
Afşar Timuçin
26 Nisan 2021 Pazartesi | 697 Görüntülenme
İlgili Kategori: Deneme