Koksun Bu Dünya!

Koksun Bu Dünya! - Haydar Ali Albayrak

Tuzun epeydir koktuğu çağımızda, “şehirde medeniyet”in çıplak insanı ve çıplak insana dair tüm imleri inkâra yöneldiği bir koşullar bütününde Orhan Gencebay’a da ufacık bir rol düştü: Deodorant reklamında soytarılık!

Orhan Gencebay, canlı konser vermemesi ve bağlama çalmadaki ustalığıyla tanınan; ağırlıklı olarak arabesk tarz parçalar yorumlayan yahut hafızalara öyle kazınmış, türküler de seslendiren, ötesindeyse beste üretkenliğiyle bilinen bir sanatçıydı. Cemal Safi’nin Ya Evde Yoksan şiirinden bestelenmiş parça en meşhurlarındandır. Gencebay son dönemde siyasi iktidarla flörtleşiyordu. Soldan oraya kaymamıştı, solda hiç olmamıştı. Fakat solun 12 Eylül darbesiyle kırımı-kırılışı, kimlik bunalımları, iki binlerde yeniden (çarpık) inşası bazı eklektik-mitolojik figürlere ilgiyi getirdi. Mesela neler oldu? Müslüm Gürses orta sınıfa hizmet etmeye başladı. Orhan Gencebay’ın Batsın Bu Dünya’sına romantik, anarşist söylemler emzirildi. Sinemacı Onur Ünlü, Sen Aydınlatırsın Geceyi filminde “Ferdi halkçıdır, Orhan pozcudur” dedi. Peki, bu rağbetin ardında ne yatıyordu? Arabesk, entelektüel camia tarafından artık yalnız tartışılıp dillendirilmiyor aynı zamanda benimseniyor ve çağdaşlaştırılıyordu. Bu çağdaşlaştırarak diriltme çabasının programı doğrultusunda 70’lerin arabeskçilerine, iki binlerde, küllerinden sezaryen yapıldı. Yoksul yığınların bile unutur olduğu arabesk tınılar genç kuşaklarca rap müzik ile katıştırılarak farklı bir dile doğru yoğruldu, yerelleştirildi, gettolaştırıldı ve isyana göz kırpar oldu. Ana tüketici kitlenin değiştiği bu yeni süreçte eskiler, devri geçmiş fakat ismi bir türlü eskimemişlerse orta sınıfa yorum olanağı açtı, dönüşüm malzemesi sundu. Gencebay’ın oynadığı iğrenç reklama geleceğim ancak öncesinde yakın dönem reklamlarına kısaca değinmek istiyorum.

Reklamlarda İnsan Krizi

Türkiye televizyonlarında yakın dönemde insan krizi yaratan, ses getiren reklamlardan belki en önemlisi 2009’da yayınlanan Regal marka bulaşık makinesi reklamıdır. Bir sosyal deney odasına alınan kadına iki makine karşılaştırılarak anlatılır. Kadın pahalı ve meşhur markayı seçince ürünleri tanıtan şahıs tarafından tokatlanır, reklam sona erer. Regal reklamı yalın bir yok saymayı, şiddeti ve baskıyı temsil ederken insan krizinin daha manipülatif boyutlarda tam da orada başlamadığı açıktır. Örneğin Bosch reklamında şirketin kurucusu Robert Bosch’un “insanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi yeğlerim” sözde vecizesinin pazarlandığı metin kayda değerdir. Yine bir beyaz eşya markası insanı bu kez okşayarak, insani değerlerden sarsarak havuç ile kandırmaya çalışmaktadır.

Bugüne gelindiğinde ilginç tavrın şu yönde geliştiğine tanık oluyoruz: Havuç ve sopa ikileminden yol alırsak; aileye havuç veriliyor, bireye, toplum genelinde yalnızlaştırılmış bireye sopa dayatılıyor. İnsani kriz, aileyi, aile sıcaklığını anıştırdığında ve kavradığında siyasi huzursuzluğun, ekonomik tedirginliğin karşıtı modern masalların uydurulduğu ortaya çıkıyor. Reklamlarda insanlar yardımlaşıyor. İnsanlar, yaşamsal pratiğin aksine şaşırtıcı bir duyarlılıkla diğer insanları önemsiyor, yük hafifletmeye, paylaşmaya uğraşıyor. Araba reklamlarından banka reklamlarına, “sosyal sorumluluk” proje gösterilerine değin bu böyle... Sopaysa bu kez bireye kayıyor, bireyi hedef alıyor.


Gencebay, genci tüm yolcuların önünde rencide ediyor ve yargılıyor,
öneride bulunuyor süsü vererek cezayı kesiyor, ayrıştırıyor.

Deodorant reklamını bir “nefret suçu” biçiminde okumakta sakınca görmüyorum. Görmeyenlere reklamı kısaca bildireyim. Gencebay otobüse biner, akbil basar (o akbil sesi duyulduğunda artık halktandır), şoför kabininin yanında dikilir, kartını ceketinin iç cebine yerleştirir. Yolcular adeta şoka girmiştir. Bir genç şaşkınlıktan kulaklığını çıkarır, herkes o yöne dikkat kesilir. Tam bir sessizlik hâkim olur araca. Gencebay burada otorite figürünü yüklenmiştir. Sınıfta hoca, iş yerinde amir, müzik camiasında söz sahibi, ilişkilerde hatır sahibi, ricası kırılmayacak türden bir referans… Yahut iktidarda buyuran, baş buyuran... Hani Gemide filminde Erkan Can “bir memleket gibidir gemi” diyordu ya o otobüs de memleket gibidir ve Gencebay o memleketin ekonomi bakanıdır, savunma bakanıdır, başbakanıdır. Hem şikâyet hem yargı makamıdır. Sonra otobüsün ortasında dikilen gencin koltuk altındaki teri, terden ıslanmış gömleği hedef alır. Nutuklar atarak yanına yaklaşır, kulağına eğilip deodorant kullanmasını salık verir. Kısık sesle yol göstermesi çelişik bir durum tezahürüdür. Gencebay aslında teşhir etmiştir. Dahası Gencebay röntgenci bir bakış sergilemiştir. Gencebay, genci tüm yolcuların önünde rencide ediyor ve yargılıyor, öneride bulunuyor süsü vererek cezayı kesiyor, ayrıştırıyor. Ancak mesele henüz kapanmadı. Gencebay memlekete (otobüse) buyuran iken otobüsü ikiye bölüyor ve orta sınıfı kucaklıyor. Gencin üniversite öğrencisi izlenimi uyandırması bu gerçeği değiştirmiyor. İşte dananın kuyruğu burada kopuyor ve otobüs tam burada kokuyor! 

Gencebay hem kof milletçiliğiyle çelişiyor hem kof muhalifliğin dümenine giriyor. Arabeskçilerin orta sınıfa kayışı gözlemleniyor ve Onur Ünlü haklı çıkıyor! Gencebay sosyal demokratlar iktidarda olsa “batsın bu dünya” diyecektir fakat Ferdi Tayfur milliyetçilere desteğini hiçbir zaman ve mekânda esirgemeyecektir. Tayfur gerçek manada bir milliyetçi-muhafazakârdır ve milliyetçi-muhafazakâr halkla, kendisine millet denilmesinden hoşlanan, acıyla düşünüp afyonla uyuşmayı alışkanlık haline getirmiş kitlelerle kopmaz bağlar kurmuştur. Gencebay otobüste “İstanbul beyefendisi” pozlarında ter kokan halktan rahatsızdır.


Metrobüsler gayrı can pazarıdır.
O yoğunluklarda pek gönülsüz ilişkiler kurulmaktadır.

Bir Kez Daha “Halk Otobüse Bindi Vatandaş Kokudan Öğürdü” Retoriği

Halk plajlara akın edince vatandaş -ayrıcalıklı kesim- denize giremiyordu. Eski İstanbul’un gazetesi, haber başlığını bu minvalde atıyordu. Köprünün altından çok sular aktı, nüfus arttı. Otobüsler halkın aracıdır, halkın istila ettiği bir kamusal ve mobilize alandır. Değişken ve zoraki bir araçtır, sadece ulaşım için değil zamanın yitirilmesinde de işlevseldir. Metrobüsler gayrı can pazarıdır. O yoğunluklarda pek gönülsüz ilişkiler kurulmaktadır. Halk halkla iç içe geçmekte, içlenmekte ve cebelleşmektedir. Toplu taşıma araçlarında vatandaşın izini sürecek yegâne cenah “beyaz yakalılar”dır. Beyaz yakalıların “pasif agresif kahverengi gömlekliler”e çevrilişi, öteki’yi törpüleme/frenleme vazifesi üstlenişi orta sınıfın değişen çehresini de aydınlatmaktadır. Bu beyaz yakalı emekçiler; okumuş, yalnızca sosyal medyada “statü oturumu açma” yetkisine sahip, maaşlı ve iktidarsız şeklinde tanımlanabilirler. Darbeden evvel orta sınıf, “itibarsız bir iktidara” denk düşerken, kendi yağında kavrulurken, akmasa da damlayan çerçevede, damlalarla tasını doldururken; günümüzde “iktidarsız-itibarlı” bir orta sınıf türemiştir. Dikdörtgen masalarında silindirik su şişeleriyle var olan ve iktidarı esasen bir işten çıkarmaya/küçülmeye endekslenmiş; itibarı ise benzerleriyle ancak rekabet edebildiklerinden, metrobüslerde halka burun kıvırmalara dayalı beyaz köleler “burunlara selamet” talep ediyor.

Bu selamet talebini dillendirmek de konserlere dahi çıkmamış, toplumla hiç kaynaşmamış, canlı deneyim yoksunu bir arabeskçiye düşüyor. Gencebay “sadece duş yetmez, deodorant kullan” diyor. Gencin “kamuya arz ettiği ıslak koltuk altı” tedirgin... O elini bir daha kaldıramıyor ve diğer eliyle dokunuyor Gencebay’ın “anlaştık değil mi?” vurgusu taşıyan yumruğuna.

Reklama “Asıl Derdi Eksik Düşen” Şerhler ve Reklamcı Takımının Dayanılmaz Kokuşmuşluğu

Reklama dair kimi yorumları video paylaşım sitesinden okudum. Genellikle Gencebay’ın iktidara yakınlığından ve reklamlara dek düşmesinden dem vurulmuş. İki itiraz da temelsiz sayılmaz. Konsere çıkmayan bir sanatçının reklama çıkması hafif bir tabirle savuşturursak hayli kötü duruyor. Her devrin adamı olmak, “batsın bu dünya ben Nuh’un Gemisinde yerimi ayırtayım da!” pazarlığını gözler önüne seriyor. Fakat bana kalırsa insanın özüne dair; terine, gözyaşına, kanına, her türden ifrazatına dair o çirkin şehirde medenileşme düzlemi eleştirinin ana hattını belirleyebilir.

“İnsanın kendine bakması”, kişisel bakım, bir şehir efsanesinden ziyade bir özel ürünler propaganda stratejisinin ürünüdür. Ayrıca şuna da değinmek gerektiğini düşünüyorum. Belki, birçok 20. Yüzyıl düşünürünün üzerine zihin yorduğu leisure (iş dışında kalan zaman/boş zaman) kavramına başvurabiliriz. Günümüzde işliğin dışında kalan vaktin giderek sıkışması ve katılaşması ister istemez bir hiçleşme sonucuna varıyor. O hiçleşme kendi “hiç içinde sınırlarını”, distopyasını yaratarak tamlanıyor ve o tamlığın suni kusursuzluğu somut şikâyetler gündeme taşıyor: ter kokusu saygısızlıkla örtüştürülüyor. Mesai esnasında ve iş yerinde ter kutsanıp işlik haricinde kutsal reddediliyor ve yeni bir özgürlük alanı kuruluyor. Alın teri kutsanıyor, koltuk altı teri rahatsızlık verici bir kara leke halini alıyor. Terin kutsallığından kaçış manevrası, ter kokusunun saygısızlığıyla gölgesini düşürüyor alınan yola.

Öyleyse reklamcı takımının kokuşmuşluğuna ne söylenebilir? Reklamcılar bir yandan Ramazan ayına özgü birleştirici, sınıflar üstü mesajlarına, madende gazlı içecek iftarlarına yoğunlaşırken bir yandan kutuplaşmadan besleniyorlar. Bu deodorant reklamını hazırlayanlar reklamın iyisi kötüsü olmaz şiarını benimsemiş olacaklar ki tepkileri göğüsleyecekleri bir saldırı dili kuşanıyorlar.

Deodorant reklamları, doğaya zarar veren ve toplumu hedef alan doğaları itibariyle saldırıya yatkın metinlerden hareketlenseler bile Gencebay’ın duyarlılığı suçlayıcılık da içerdiği için ayrı bir noktada duruyor. Gencebay, reklamcıların insanı aşağılayan, yok sayan ve hor gören kokuşmuş üsluplarına tetikçilik ediyor. 1973’te “Batsın bu dünya” diyen sanatçı kırk beş yıl sonra “kokmasın bu otobüs” diyebiliyor. Ne denir? Koksun bu otobüs! Hatta yetmez, koksun bu dünya!

Haydar Ali Albayrak

26 Nisan 2021 Pazartesi | 432 Görüntülenme

İlgili Kategori: Deneme

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler

Bu İçerikler de İlginizi Çekebilir