Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme’nin Önsözü

Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme’nin Önsözü - Taylan Kara

Karikatür: Kemal Urgenç

Şeytanın en güzel hilesi sizi kendisinin olmadığına inandırmasıdır.
C. Baudelaire (Paris Sıkıntısı)

Her üretim biçimi kendi ekonomisini, politik yapısını oluşturduğu kadar kültürünü, sanatını, edebiyatını da oluşturur. Kapitalizm, emperyalizm, geç kapitalizm, tekelci kapitalizm vs… Bu tür sistemler, politik veya ekonomik sistemler olduğu kadar kültürel ve toplumsal sistemlerdir.

Bu sistemlerin kültürel ve toplumsal ayağı en az siyasal ve iktisadi etkileri kadar zararlı, vahşi ve yıkıcıdır. Her sistem, kendi insanını kültür, sanat ve edebiyatla üretir.

Akademide okuyanlar akademik makalelerle, makale okumayanlar felsefe kitaplarıyla, felsefe okumayanlar romanlarla, roman okumayanlar çoksatar kitaplarla, kitap okumayanlar gazetelerle, okuma-yazma bilmeyenler televizyonlardaki haberlerle, haber izleyemeyenler A-NTV-CNN gibi haber verdiği sanılan haber kanallarıyla, “surviver”la, evlilik programlarıyla… Öyle ya da böyle her sistem, kendi insanını da üretir. Bu durum, kapitalizm için geçerli olduğu kadar sosyalizm için de geçerlidir. Sosyalist literatürde sıkça geçen “yeni insan”, bu düzenlerin sadece iktisadi düzenler olmadığının bir göstergesidir.

O hâlde tekelci kapitalizmin bankası, artı değer sömürüsü, sermaye teşviki varsa edebiyatı, romanı, öyküsü, felsefesi de vardır. Bu bir yakıştırma, aşırı yorum, paranoya ya da hezeyan değil en çok sermaye sınıfının bilincinde olduğu somut bir olgudur.

Ekonomide, siyasette, tarihte bu ayrımı kabul edip konu edebiyata ya da sanata geldiğinde bu ayrımı yok saymak, günümüzde çok sık rastlanan bir körlük biçimidir.

Edebiyata, sanata ya da felsefeye ideolojisi olmayan siyaset üstü bir konum vermek, var olandan hiçbir şey anlamamaktır.

***

Bu konuda bir derdi olan okurdan istenen, en fazla, sermaye sınıfının sahip olduğu sınıf bilincinin %1’i kadar sınıf bilincine ulaşmasıdır.

Kapitalizmin en büyük gücü, çabuk öğrenebilmesidir. Kapitalist blokta 1960’larda görülen kültürel faaliyetler bu öğrenmişliğin bir ürünüdür. Kapitalizmin en büyük düşmanı olan Marksizm, aynı zamanda onun en büyük öğretmenidir. Kapitalizm-Sosyalizm savaşında en şiddetli mücadeleler sadece ekonomi alanında değil, kültür ve ideoloji alanında da olmuştur. Sosyalizmin “Yeni İnsan” kavramının inşasını çok iyi öğrendiler ve uyguladılar. “Yeni İnsan”dan anladıkları elbette sosyalizmin “Yeni İnsan”ı değil, ona karşıt, ona düşman bir canlı/kültür formuydu. Başardılar.

Kültür-sanat alanındaki politikalarına bakıldığında, sermaye sınıfınınki kadar yüksek bir sınıf bilinci, sınıfsal duyarlılık pek az görülür.

Sizi “ideolojik olmakla” suçlayanlar aslında dünyanın en ideolojik işini yapıyor.

Sizi “edebiyat komiserliği yapmak”la suçlayanlar, yıllardır ilan edilmemiş bir piyasa diktatörlüğünün tepesinde, başka hiçbir anlayışa göz açtırmıyor.

Edebiyatı “insan ruhunun mimarlığı” olarak tanımlayan sosyalist kuramcıları en iyi anlayanlar kesinlikle kapitalistler olmuştur. İnsanı iyileştirmek ve ilerletmek için edebiyatı “ruh mimarlığı” olarak gören sosyalist gerçekçiler tarih boyunca çokça eleştirildiler. Bugün gelinen noktada sermaye sınıfının, kültür-sanat ve edebiyatı “insan ruhunun mimarlığı” olarak gördüğü son derece açıktır. Aradaki fark şudur ki sermaye, insan ruhunu “gecekondulaştırmakta”, “kulübeleri villa olarak göstermekte”, bu anlayışı insanı özgürleştirmek için değil köleleştirmek için kullanmaktadır.

Kültür-sanat alanında yapılanların her biri bu açıdan gayet tutarlıdır. Politikanın sadece güncel politika olmadığını, politikanın en çarpıcı uygulamalarının kültür-sanat alanında olduğunu çok iyi bilen yüksek bilinçli bir sermaye sınıfı vardır. Bu alanda o kadar başarılı olmuşlardır ki en azılı kapitalizm karşıtları, en tutarlı sosyalistler bile kültür-sanat alanında sermaye sınıfının edebiyatına, sanatına itirazsız teslim olmuştur.

Güncel politikada tamamen sermaye karşıtı bir tutum içinde olan birçok sosyalist gazete-dergi-yayın mecrası kültür-sanat alanında bu sistemin kültürünü ve edebiyatını okurlarına sunarken ne yaptıklarının pek de farkında değildir.

1960’larda apolitik bir insanı alıp sola fırlatan edebiyat, bugün en radikal solcuyu bile alıp solun dışına fırlatmaktadır.

Çünkü sermaye sınıfı, en büyük başarısını kültür-sanat alanında kazanmıştır. Sermayenin kültür-sanat-edebiyattaki en büyük başarısı edebiyat ile toplum arasındaki bağı koparmak olmuştur. Edebiyat-toplum ilişkisi yeniden düzenlenmiş; edebiyat, toplumun aleyhine büyük bir işlev kazanmıştır.

12 Eylül’ün açık ara en başarılı olduğu alan kesinlikle edebiyattır. 12 Eylül zihniyeti Türkiye’de başka hiçbir alanda bu kadar kolay, bu kadar kalıcı ve toptan bir başarı kazanmamıştır. 12 Eylül, Türk edebiyatını neredeyse hiçbir dirençle karşılaşmadan esir almıştır. Türk edebiyatında 12 Eylül darbesi ne kadar olumsuz işlenirse işlensin, 12 Eylül fikri Türk edebiyatında yıllardır rakipsizce iktidardadır.

Siyasal düşmanlarının zihnine bile kendi edebiyat ve sanat anlayışını yerleştirmiş olması, 12 Eylül’ün başarısının doruğudur. Edebiyatta 12 Eylül zihniyetini üretenlerin önemli bir kısmı, siyaseten 12 Eylül’e en çok karşı çıkan sosyalistlerdir.

Kendini düşmanının zihninde yeniden üretmek, her ideolojinin başarabileceği bir iş değildir.

Bugün, kültür endüstrisinin aygıtlarıyla şekillenen okur yığını bu yargıları benimsemiştir. Kültür endüstrisinin her türlü yargısı okuyan, entelektüel derinlik derdinde olan birçok insanın beynine kazınmıştır. Felsefe ve edebiyatla uğraşan neredeyse her insanın beyninde ve dilinde kültür endüstrisinin fabrikalarında üretilen cümleler ve yargılar vardır.

Edebiyat teorisi üreten neredeyse bütün eleştirmenler, akademiler, edebiyat fakülteleri aynı şeyi sistematik bir şekilde okura, topluma enjekte etmektedir.

Sosyal bilimlerde ve edebiyatta akademik üretimlerin ana kütlesinin neredeyse tamamında “sol görünümlü” ancak kesinlikle “sol düşmanı” bir içerik olması tesadüf değildir. Akademinin içeriği sol üretimden temizlenmiştir.

Edebiyatta toplumsal kaygıları olan edebiyat sistematik bir şekilde aşağılanmış ve çağ dışı bulunmuş, postmodern romanlar ise hiçbir eleştiriye tabi tutulmaksızın övülmüştür. Akademilerde üzerine tezler yazılan, kitap eklerinde övülen, yüksek edebiyat diye okurlara önerilen, nitelikli edebiyat diye topluma sunulan edebiyat hep bu tip bir edebiyat olmuştur. Bu edebiyat sistematik bir şekilde topluma enjekte edilirken en küçük bir eleştiri dahi yapılmamış, yapılan eleştiriler ise sistematik bir şekilde sansüre uğramıştır.

Dünyada örneğine çok az rastlanan bir kararlılıkla edebiyatın belirli bir türü için sistemli bir şekilde alan açılmıştır.

***

1789 Fransız Devrimi ile 1917 Sovyet Devrimi arasındaki bağı en iyi bilenler tekelci sermayenin sürü üreticileridir. 21. yüzyılda sürü üreticisi tekelci sermayenin ve ürettiği sürünün gözünde Ekim Devrimi, Fransız Devrimi ve 1923 Cumhuriyet Devrimi’nin tabanları aynıdır.

Sürü teorisyenin gözünde, 21. yüzyılda bu ülkede bir sosyalistle bir aydınlanmacı bir ve aynı şeydir. Bu ülkenin sürü üreticileri, 1923 Cumhuriyetini yıkmanın yolunun bütün bu değerleri yok etmekten geçtiğini, bir sosyaliste saldırdığında bir aydınlanmacıya vurduğunu, bir aydınlanmacıya vurduğunda ise bir sosyaliste vurduğunu çok iyi bilmektedir.

Tarihin belirli dönemlerinde zaman kısalır ve kendi üzerine kapanır. Bu kapanışta bu devrimler artık kaçınılmaz olarak üst üstedir. Biri diğerinin yazgısıdır; artık biri olmadan diğerinin olması olanaksızdır. 1917’ye uzanamayan 1789 veya 1923, Orta Çağ’ın değerler dünyasına yuvarlanır, yuvarlanmıştır da. 1917’yi hedefleyen birinin 1789’u ve 1923’ü küçümsemesi ise kendi varlığını inkâr etmektir. Tarihin bu anında 1917, 1923 ve 1789’un yazgısı çakışmaktadır. Herhangi birinin olmadığı yerde ise menzil kaçınılmaz olarak sürüleşmedir. Bunu ilk algılayanlar bunların tamamının düşmanı olan sürü üreticileridir. İnsanlık, bu kadar kan, bu kadar acı, milyonlarca insan kaybına neden olan bu korkunç barbarlık karşısında hiç değilse bu tarihi süreci doğru anlamak zorundadır.

Aklı özgürleştirmeden, emeğin kurtuluş olanağının kalmadığı artık apaçık ortadadır. Emeğin kurtuluşunu hedeflemeyen bir aklın ise insan türü için ancak bir yıkım endüstrisi getirdiği dünyanın son 300 yıllık tarihi ile ortadadır. Artık rıza ile zor arasındaki terazi bozulmuş, zor rızanın aleyhinde apaçık üstünlük kazanmıştır.

Sermayenin iktidarı artık şiddet, apaçık şiddet, her türlü şiddet olmadan sürdürülemez hâldedir.

Bu listeye ahmaklık da eklenmelidir. Sermayenin iktidarı, toplumun ahmaklığına muhtaçtır. Orta Çağ’da bir köylünün okuma yazma bilip bilmemesi, üretkenliği bakımından bir fark yaratmıyordu.  Sanayi Devrimi çağında bir işçinin okuma yazma bilmesi, belirli bir konuda eğitimli olması üretkenliğini arttıran bir etmendi. Okuma yazma eğitimi, diğer bütün değişkenler bir yana bir verimlilik artışıydı. Egemen sınıf, “topluma okuma yazma öğretelim de roman okusunlar” diye temel eğitimi uygulamış değildir. Okuma yazma ya da temel eğitim, üretimi arttıran bir iktisat kalemi olarak yaşama girmiştir.

Aynı şeyi bu çağda ahmaklık için de söyleyebiliriz. Egemen sınıf, varlığını sürdürebilmek için ahmaklaştırmaya muhtaçtır. Egemen sınıf, içinde yaşadığı nesnel gerçekliği, toplumsal konumu ve çevresini bilmeyen-yanlış bilen yığınlar ve entelektüeller üretmek zorundadır. Televizyonundan öne çıkarılan romancısına, televizyon şarkıcısından akademik felsefesine, “klasik” tarikatçısından evrene mesaj gönderen “new age” tarikatçısına, topluma enjekte edilen çoksatar kitaplardan çevirisi yapılan felsefe kitaplarına kadar her düzeyde insan için ahmaklaştırıcıların temel amacı insanın nesnel gerçeklikle kurduğu ilişkiyi bozmaktır. 

Bu ülkede ahmaklaşma, kitlelerin en büyük “özgürlüğü”dür. Ahmaklaştırma yukarıdan aşağıya, tepeden tabana yayılan sistematik bir şekilde topluma dayatılan son derece bilinçli bir süreçtir. Yaşanan sistematik ahmaklaştırmanın mimarları, mühendisleri, duvar ustaları, kalfaları, döşemecileri, kapıcıları, müteahhitleri ve işçileri vardır.

Yaşanan, Huxley’nin Cesur Yeni Dünyası’ndaki epsilonlaştırmanın hayata geçirilmesidir.

Gündelik yaşamda gördüğünüz, muhatap olduğunuz, maruz kaldığınız ve mücadele ettiğiniz ahmaklık kesinlikle bir üretimdir. Her yerde gördüğümüz bu ahmaklık doğal bir durum değil sistematik bir sürecin planlı, programlı ve son derece bilinçli bir son ürünüdür. Sermaye sınıfı, insanın aptallığından beslenmekte, maddi varlığını bu ahmaklığın üzerine kurmaktadır. Ahmaklaştırmanın egemen sınıf açısından son derece somut yararları vardır.

*

Akıl kimin için yasaklanmıştır? Tersinden soracak olursak akılsızlık bu ülkede kimin, kimlerin, hangi sınıfın işine gelmektedir? Kişisel ve kitlesel ahmaklaştırmanın sınıfsal zeminini görmeden yapılacak her inceleme eksik olacaktır.

Bu toplumun egemen sınıfı, politikalarını yaparken son derece akılcıdır. Akılsızlık, sadece sömürülenler için, toplum için, sessiz milyonların daha da sessiz olması için, çıkan ve gelecekte çıkabilecek seslerin kesilmesi için kullanılan bir kitle imha silahıdır.

***

Namluya Sürülmüş Edebiyat ve Felsefe

Televizyon, ahmaklaştırmanın sadece daha kitlesel bir aygıtıdır. Bu ülkede ahmaklaşmanın bin bir çeşidi bütün olanaklarıyla topluma sunulmakta ve hatta dayatılmaktadır. Ahmaklaştırmanın en önemli aygıtlarından birisi de edebiyattır. Sadece televizyon izleyen ya da yılda birkaç kitap okuyan insanın ahmaklaştırıcısıyla felsefeye meraklı insanın ahmaklaştırıcısı birbirinden farklıdır. Kültür endüstrisi, hemen hemen her düzeyde insanı hedef alan çeşit çeşit ahmaklaştırıcılar üretmekte son derece başarılıdır.

Günümüzde ahmaklaşmanın mekanizması değişmiş ve genişletilmiştir.

Eskiden ahmaklaşmanın anahtarı  “okumamak” iken “Yeni Orta Çağ” düzeninde ahmaklaşmanın anahtarı “okumak”tır.

Sadece çok satan kitaplarla değil, aynı zamanda “ağır” ilan edilen kitaplarla…

Gözleri kör eden sosyolojiyle,

Hipnotize eden ve mistisizm saçan romanlarla,

Anlatan değil anlatmayan felsefeyle…

Kültür-sanatta bütün toplumcu refleksleri yok ederek…

Edebiyatta sıkıcı ve sonsuz boğucu bir bireysellik, içedönüklük ve “yara edebiyatı”nı teşvik ederek…

Felsefede anlaşılmaz, anlaşılmayacak ve çoğu kez anlamsız dil oyunlarıyla…

Ezop dilinde yazılmış ve felsefeyi bir dil performansına indirgeyen binlerce sayfayla…

Bir iletme, açığa çıkarma ve anlatma aracı olarak değil “iletmeme”, “saklama”, gösterdiği şeyle arasına “duvar örme” aracı olarak kullanılan dille...

Hiç kimsenin okumadığı, okuyanların bir şey anlamadığı, anlayanlar içinse incir çekirdeğini bile doldurmayan on binlerce sayfa makaleyle...

Sanat, edebiyat ve felsefe, tarihin hiçbir döneminde bu kadar ideolojik olmamıştı.

“Yeni Orta Çağ”da topluma enjekte edilen edebiyat ve felsefe akıl değil akılsızlık üretmektedir.

“Yeni Orta Çağ”da insanlar edebiyatla, felsefeyle, sanatla ahmaklaşmaktadır.

“Yeni Orta Çağ”da edebiyat ve felsefe namluya sürülmüştür.

Akademi, toplumu edebiyatla ahmaklaştırmanın felsefeyle çökertmenin üretim yeridir.

Bunca bilgi bombardımanının karşısına bağışıklık sistemi olmadan çıkmak, insan bilincini felç eder. Bu kitabın amacı “aklın bağışıklık sistemi”ni inşa etmek, görünmez olanı görünür yapmaktır. Bu kitap, “okuyarak ahmaklaşma düzenekleri”ni teşhir etmeye çalışmakta, bir sis dağıtıcısı, bir hipnoz bozucusu olmayı amaçlamaktadır. Kültür-sanat alanında nerede bir hipnoz varsa bozmak, nerede bir sis varsa onu dağıtmak bir görevdir. Çünkü çoğu kez sisin ardında insanı ahmaklaştırıcı ve insan bilincine zararlı bir şeyler gizlidir.

***

Aklın ayaklar altına alındığı bu “Yeni Orta Çağ” düzeninde, size edebiyatta ve felsefede akılsızlığı öven ve önerenler “Yeni Orta Çağ”ın bir parçası, “Yeni Orta Çağ” vahşetinin bir üreticisidir. Bu tutum asla bir “sorumsuzluk”, “yanlışlık” ya da “bilinçsizlik” sonucu değildir.  Ne yaptıklarını çok iyi bilen bir sınıf pratiği karşısında olduğumuzu akıldan hiç çıkarmamak gerekir.

Taylan Kara

15 Haziran 2021 Salı | 492 Görüntülenme

İlgili Kategori: Red

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler

Bu İçerikler de İlginizi Çekebilir