Aydınlık Yol

Aydınlık Yol - Orhan Gökdemir

Aydınlanma, uzun dinsel kapanışın doruğunda insanlığın ışığa ulaşmada yeni bir yol arayışıydı. Kurumsallaşmış din, gördüğü her yerde sapkınlıkla damgaladığı bu arayışı baskılamaya çalışıyordu. Ama insan merakı şahlanmış, dizginlenemez bir hal almıştı. Avrupa’da parası ve sonsuz merakı olan adamlar türedi, bir ucu İskenderiye’ye dayanan uzun araştırma gezilerini finanse ettiler. Orada bulduklarını düşündükleri Hermes Tot’un metinlerini tercüme ettirdiler ve gizli toplantılarda huşu içinde okudular. Okudukça, buldukları bu metinlerin Kilisenin kitabından daha eski olduğuna inandılar. O meraklı adamlar o metinlerde kurumsallaşmış dinin eski orijinal halini görüyorlardı.

Filozof, rahip, gökbilimci ve okültist Giordano Bruno, o metinleri okuyarak dinde büyük bir bozulma olduğuna karar verdi. O halde arınmak ve arındırmak için Mısırlı olan eski orijinal dine geri dönmek şarttı. Nicolaus Copernicus, Batlamyus modelini kıyısından köşesinden kemirirken ve yerine utangaç bir biçimde “Güneş merkezli evren” modelini koyarken, alttan alta Mısır kökenli “Güneş tapımının” gereğini yapmaktaydı. Hatta aydınlanmacılar arasında işi daha ileri götürüp Hıristiyan inanışının Mısır dininin bir yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyleyenler de vardı.

Kilise, kendisine yönelik bu etkisiz eleştirileri küçük tepkilerle geçiştirmeye hazırdı ama o da bu arayışlarda kendisi için çok tehlikeli olan başka bir şeyi, dinin ham halini görmekteydi. Hıristiyanlığın ilk yüz elli yılı bu eğilimlerle mücadele içinde gelişmişti. Kilisenin lanetiyle şeklini yitirmiş bir kavram olan “paganizm” aslında göründüğünden daha renkli ve daha zengin bir kavramdı. Ve içinden her zaman en az Kilisenin öğretisi kadar kapsamlı bir başka öğreti çıkma şansı vardı. Bruno’ya gösterilen tepki de gerçekte bu korkuyla ilgiliydi. Vatikan, bu devrimci arayışların arkasında hermetic-okültist inançların saklı olduğunun farkındaydı. Tehlikeli bulduğu şey de o inançların ta kendisiydi.

Ama bütün bu arka plana rağmen, Aydınlanmanın dinsel kökenleri bir sır olarak kaldı. Batı, kendi inşasında rol üstlenen insanları sıra dışı, akıllı, çıkıntı adamlar olarak sunmayı daha uygun buldu. Çünkü o adamların toplumsal düzenine karşı gericilik Kilise ile işbirliği yaparak Batının inşasını kendi istediği gibi yönlendirmişti. Dinle işbirliği yapan yeni Batı, yıkıcı inançları yıkıcı fikirlerden daha tehlikeli bulmaktaydı.

Gözü Hermetizmin ve Masonluğun üzerindedir. Her ikisi de Batı’ya Mısırlı kökenlerini hatırlatmaktaydı. Hâlbuki Batı o yıllarda başka pek çok ülke ve uygarlığa yaptığı gibi Mısır’ın fethine girişmişti. Uygarlığını borçlu olduğu bir kültürü istila fikri çok iticiydi. Mısır’ı sildi, ötekileştirdi, Afrika’ya itti. Böylece Mısır, devasa yapılar yapmasına rağmen mimarlığı bilmeyen, büyük metinler bırakmasına rağmen felsefeden ve matematikten anlamayan, her şeyi tecrübeye dayanarak yapıp etmiş alaylı bir kültür olarak yeniden tanımlandı. Bu tanımlama Batı’ya kendini kendi kendisinin babası olarak tanımlama olanağı da veriyordu. Sonunda, gerçekte Mısırlıların pek de yetenek pırıltısı göstermeyen öğrencileri olan Yunanlıları buldular. Felsefeyi, bilimi, matematiği, sanatı onların omuzuna yıkma çabası hâlâ devam ediyor.

Batı, Aydınlanmanın bulduğu ışıktan ürkmüş ve onun Mısırlı köklerini silmek üzere harekete geçmişti. Bunun tek yolu da, yeni bir tarih kurgusu imal etmekti. İçinden geçtiğimiz çağın bize taktığı gözlük, Batı tarafından imal edilmiş o gözlüktür. Ve bu gün bilgi olduğunu sandığımız pek çok şey Batının imal ettiği o kurguya ve o kurgudan kaynaklanan bir kör inanca dayanır.

Bu kurgunun önemli bir kısmı “tek tanrılı” dinlerle ilgilidir. Onun önemli bir kısmı da Eski Ahit’e aittir. Bu kitaptaki öykülerin önemli bir kısmı Mısır’da geçmiş olmasına rağmen, sanki her şey Mısır’dan etkilenmemek üzerine kurgulanmıştır. Bu kurguya imkân veren şey ise Mısırlıları ve onun yönetici sınıfını düşman olarak göstermektir. “Firavun”un bütün tek tanrılı dinler tarafından bir tür küfür olarak algılanmasının sebebi işte budur.

Aydınlanma Yüzyılı

Nicolaus Copernicus, 1473’te doğdu 1543’te öldü. Giordano Bruno, 1548’de doğdu 1600’de öldürüldü. Tommaso Campanella,1568’de doğdu 1639’da öldü. Galileo Galilei, 1564’de doğdu 1642’de öldü. Gottfried Leibniz, 1646’da doğdu 1716’da öldü. Isaac Newton sonuncusu, 1643’te doğdu 1727’de öldü. Demek ki 16. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 18. yüzyılın başında biten, esasında ortalama bir yüzyıllık bir hareketten söz ediyoruz. Bu düşünürlerin çoğunun birbirini tanımasını, birbirlerinden etkilenmesini şaşırtıcı sayamayız. Bir dalganın üzerinde geldiler ve birbirlerine tutunarak bir dalga yarattılar. Dinin ve onun yeryüzündeki “bekçisi” kilisenin yol açtığı koyu karanlıkta, bugün bize pek de anlamlı gelmeyecek işaretlere tutunarak ışığa yürümeleri devrimci bir cürettir; müthiştir. Aydınlanma cüretli insanların işidir.

Cüretlidirler ama başka bir çağın insanıdırlar. Aydınlanma ve bilim, tarihin belli bir anında birdenbire ortaya çıkan bir takım “akıllı ve din dışı” insanların marifeti değildir. Tam tersine, adı geçenlerin çoğu inançlı insanlardır ve hatta bu noktada “sapkın” bazı fikirlerin peşinden gidecek kadar tutkuludurlar.

Giordano Bruno ile başlıyor. Rahiplikten kâfirliğe hızlı bir geçiş yapan Bruno zamanının en büyük filozoflarının birisi olarak kabul görüyordu. Hermetizm’in erdemlerini anlatarak ve Hermetizm prensiplerine dayalı bir toplumsal devrimi vazederek Avrupa’yı dolaştı. Sanki gösterişli ve inatçı bir Mesih’ti. Çok yüksek bir egosu ve kendi mükemmelliğine kesin inancı vardı. Nasıl olabilir ki başka? Hermetik vecize “magnum miraculum est homo”u (insan büyük bir mucizedir) düstur edinmişti. İnsanı önemsiz ve değersiz bulanlara kızgındı. Kendisini, mucizevi insanın yaşayan bir kanıtı olarak görüyordu.

1576 yılında, yirmi sekiz yaşındayken, kâfirlik şüphesiyle gözetlenmeye başlandı. Kilise kanunlarını çiğnemişti. Manastırı terk ederek Napoli’den kaçtı. Kilise şüphelerinde haklıydı. Bu genç adam kendisinden yüz yıl önce keşfedilen Hermetika’nın halesindeydi. Sihirli Mısır dininin sadece en eski din değil, hem Museviliğin hem de Hıristiyanlığın kararttığı ve yozlaştırdığı tek gerçek din olduğunu savunuyordu. Eski Mısır dinini yeniden kurmanın görevi olduğuna ve bunun Avrupa’nın politik ve toplumsal sorunlarına bir son vereceğine tutkulu bir şekilde inanıyordu. İnancının gereğini yaptı. Katolik Kilisesi’ni ve Papa’yı iflah olmaz bir zalim olmakla suçladı. Haliyle devrimin daha gizli kapaklı yöntemler kullanarak gerçekleştirilebileceğine karar verdi. Almanya’da “Giordanisti” adında gizli bir topluluk kurdu. Giordanisti, etkin bir Hermetik direniş hareketi olacaktı. Kısa zamanda İngiltere ve Fransa’da müritler edindi. Avrupa’nın pek çok yerinde, Bruno’nun mesajını taşıyan hoca ve öğrenci hareketliliği ortaya çıkıyordu.

Bu tehlikeli yıkıcı faaliyetleri nedeniyle 1592’de Venedik’te Engizisyona teslim edildi. Sorguya çekildi ve Roma’daki Yüce Engizisyonun emriyle Roma’ya teslim edildi. Beş yıl boyunca sorgusuz hapiste tutuldu. 17 Şubat 1600’de yakılarak öldürüldü.

Bruno bir Hermetikti ve inançlarının kaynağı eski Mısır’dı. O inançlardan bir devrim programı çıkarmıştı. Gerçek ve yozlaşmamış din olan eski Mısır dininin kendi yaşamı içinde geri döneceğine, Vatikan’ın egemenliğine son vereceğine inanıyordu. Bambaşka bir Hıristiyanlık yorumu vardı ayrıca. İsa’nın esas görevinin Museviliği Mısırlı köklerine geri döndürmek olduğunu düşünüyordu. Bu tuhaf iddia Bruno’dan sonra dilden dile dolaşacaktı. Örneğin psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, Bruno’dan yüzyıllarca sonra Hıristiyanlığın kuruluşunu çok tanrıcı “Amon dini”nin büyük geri dönüşü olarak yorumlayacaktı.

“Magnum miraculum est homo”… Sonunda gerçekten de insanın bir mucize olduğunu ispat etti. Bruno bir mucizedir.

Bruno’nun ufukta parıldayan ve yıldızlarda yazılı olan büyük sihirli dönüşüm konusundaki inancını Campanella da paylaşıyordu. Bruno’nun ruhani varisi ve büyük olasılıkla Giordanistiydi. Napoli Krallığı’na ve dolayısıyla İspanyol tahtına karşı, yani Katolik ülküsüne en bağlı olduğu düşünülen kişilere saldırmayı amaçlayan bir ayaklanma başlattı. Bekledikleri aydınlanma 1600 yılında kuvveden fiile çıkacaktı. Aydınlık yeni yüzyılın yaklaşıyor olması, Campanella’yı Bruno’dan çok daha cüretkâr olması için cesaretlendirdi. Napoli’den ayrılıp güneye giderek kendisini Calabria’dan başlayarak tüm Napoli krallığına yayılacak bir ayaklanma düzenlemeye adadı. Eğer başarılı olsaydı, bu ayaklanma Hermetik cumhuriyeti Papalığa ait devletlerin çok yakınına getirecekti. Bu da Papa ile yandaşları için çok endişe verici bir olasılıktı.

Ancak, ayaklanma gerçekleşmedi. Muhbirler yetkilileri haberdar etti ve Kasım 1599’da örgüt acımasızca parçalandıktan sonra Campanella ile diğer liderler tutuklandı. Bu gelişme Engizisyonun Bruno’dan kurtulma konusundaki ani kararının da gerçek nedeniydi.

Görüldüğü gibi hepsi çağlarının insanlarıydı. Çağlarının ise değişme zamanı gelmişti, aktörlerini arıyordu. Bu zeki, tuhaf, inatçı ve inançlı insanlar için hazırlanan tarihsel sahne işte budur. Aydınlanma tarihimizde, Bruno’dan başlayan, Descartes’a, Leibniz’e, Newton’a uzanan bir gelenek, bir örgüt saptayabiliyoruz. Kimyanın simyadan çıkıp serpilmesi gibi onlar da dini dünyanın içinden çıkıp kendi yollarını tutturdular. Tarihleri, bilimin ve felsefenin gelişim tarihi ile tutarlıdır.

Peki, bu tarihten nasıl bir sonuç çıkaracağız?

Lynn Picknett ve Clive Prince “Yasak Evren” adlı çalışmalarında “Tarihi klişelerin ötesinde bakıldığında”, Kopernik ile başlayıp Newton ile bittiği düşünülen bilimsel devrim aslında Hermetik bir devrimdir diyor. Yani bilim, doğrudan okült dünyadan yükselmiştir. Tüm önemli oyuncuları, sadece Hermetika’nın verdiği esine değil, onun yaratılış modeline de dayanmışlardır. Açıkça söylüyorlar zaten; Hermes Trismegistus olmasaydı asla bilim çağına ulaşamayabilirdik. Aslında söylenen şu: Aydınlanma ve bilimin doğuşunda okültizmle bir bağ olduğuna göre, bundan sonra da ancak o bağla birlikte var olabilir.

Evet, hep denildiği gibi kimya simyadan ve astronomi astrolojiden doğmuştur. Hatta daha ileri gidelim; felsefenin kaynağı teolojidir. Picknett ve Prince’in kitabında söylendiği gibi, hem Rönesans hem de Aydınlanma biliminin gidişatını belirleyen kişilerin çoğu, okült inançlara rağmen değil, bu inançlardan dolayı en iyi çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir. Bâtıniye duydukları tutku, basit bir rastlantının ötesine geçerek elektrikli bir ilhamın kaynağı olmuştur. Sadece Kopernik, Kepler, Gilbert, Galile, Fludd, Leibniz ve Newton gibi devlerden söz etmiyoruz. Aynı zamanda John Dee’den de söz ediyoruz. Bilim ve felsefe ile sihrin, kimya ile simyanın yan yana yaşadığı karmakarışık bir çağ dönümünden özetle. Ama bu çağın yarattığı “sapkın” fikirler mantıki sonuçlarına ulaşmış durumda. Felsefe çoktan beri teolojiyi bir alt disiplin olarak tasnif ediyor. Bilim ise “okültizm” ile arasına neredeyse aşılmaz bir duvar örmüş durumda. Ama bütün bunlar, Hermetizmin bilimin ve felsefenin doğuşundaki kutlu rolünü görmezden gelmemiz için bir neden değil.

Bruno gibi, zalim Papaların bazıları da “okültizme” tutkuyla bağlılık göstermişlerdir. Ama bu ortaklık Bruno’nun yakılmasına engel olmamıştır.

Evet, dar görüşlü bilim ve felsefecilere de, açık fikirli inançlılara da rastlayabildiğimiz o tuhaf çağların birinden geçiyoruz yine. Bilim de, felsefe de o parlak yürüyüşünün ardından, yorulmuş ve duraklamış görünüyor. Bu ataleti aşmak üzere, o mucizevi insanların esinini hatırlamak yer yer faydalı olabilir. Ama ne yazık ki o esin nedeniyle yolunu kaybetmişlerin çetelesi tutulmamıştır.

ELEŞTİRMEK VE SAHİPLENMEK

Yine ve yeniden Aydınlanmayı gereksiniyoruz ve yenisine ulaşmak için bir yol arıyoruz. Bildiğimiz şu; ilkinin tekrarlanması ihtimali yok. Bu durumda bize yeni bir aydınlanma gerek.

Bunu bize sağlayacak şey ise okültizmin karanlık dehlizlerine dalmak değil. Tam tersine ilkinin aydınlığında gelişen Fransız Devrimi’nin, Ekim Devrimi’nin, Türk Devrimi’nin yolundan gitmek.

Cumhuriyete arkasına dönen, karanlığın hizmetkârıdır. Biz ise ışığın izindeyiz!

Orhan Gökdemir

20 Nisan 2021 Salı | 913 Görüntülenme

İlgili Kategori: Red

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler

Bu İçerikler de İlginizi Çekebilir