Ulaş Bardakçı’nın 47. Ölüm Yıldönümünde Yoldaşının Anlattıkları ve Toprağın Altından Çıkan Fotoğraf

Ulaş Bardakçı’nın 47. Ölüm Yıldönümünde  Yoldaşının Anlattıkları ve Toprağın Altından Çıkan Fotoğraf - Musa Kaplan

Yıl 1972, Şubat’ın 18’i, İKA, İktisat ve Ticaret Haberler Ajansının İstanbul Harbiye’deki şubesindeyiz. Öğle vakti tüm personel öğle yemeği için dışarı çıktı. Yemekten sonra biri hariç tüm personel işinin başındaydı. Fakat Lale Arıkdal hâlâ dönmemişti. Yakınında bulunduğum telefonun çalması ile ahizeyi kaldırmak bana düşmüştü. Açtım, karşıdaki ses Lale Arıkdal’ın sesiydi: “Benim bugün önemli bir işim çıktı gelemeyeceğim, Cem Beye söyler misiniz?” dedi. Ben de, “Elbette ki söylerim” dedim ve telefonu kapattım.

Kısa süre sonra Lale’nin önemli işinin ne olduğunu öğrenecektik.

Lale Arıkdal o telefon konuşmasının ardından Ulaş Bardakçı ile Şişli civarında bir yerde buluşurlar. Aranmakta olan Ulaş, tanınmamak ve dikkat çekmemek için kafasına bir şapka giymiştir. Lale Arıkdal Ulaş Bardakçı’nın koluna girer ve Osmaniye’ye kadar yürürler. Oradan da bir arabaya binerek Lale’nin Arnavutköy Üvez Sokak numara 8/1’deki dairesine giderler. İşte burası, bir gün sonra, 19 Şubat 1972 günü sabahı 07.00’de güvenlik güçlerinin baskınında Ulaş Bardakçı’nın öldürüldüğü evdir.

Ulaş Bardakçı öldürüldüğünde evde bulunan şapkası, ceketi ve diğer eşyaları güvenlik güçlerince emanete alınır. Lale Arıkdal’ın mahkûmiyetinin bitiminde Ulaş’ın emanetteki eşyaları Lale Arıkdal’a geri verilir. İşte, bu ceket ve kalan öteki şeylerin Ulaş’ın ailesine teslim edilme öyküsünü çalışma arkadaşım Lale Arıkdal 41 yıl sonra bana anlattı.  Ben de 47. ölüm yıldönümünde sizlerle paylaşayım istedim bu anıyı.

“Cezaevinden çıktıktan sonra Ulaş Bardakçı’nın ailesi ile hiç görüşmeniz oldu mu?” diye sorduğumda, şöyle bir içini çekti ve anlatmaya başladı Lale Arıkdal:

Ulaş’ın Çocuğu Nerede?

“Evet oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra bir gün Ulaş Bardakçı’nın ailesini ziyaret için Ankara’ya gittim. Gitme sebebim hem aile ile tanışmak hem de cezaevinden çıktıktan sonra güvenlik güçlerinin bana teslim ettiği bazı eşyalarını ailesine yani ait oldukları yere teslim etmekti. Eşyalar arasında ceket vardı ama nedense şapkası yoktu. Acaba birileri hatıra olsun diye almış olabilir mi diye hâlâ düşünürüm. Eşyaları aileye teslim ettim, bu benim için unutulmaz bir anıydı. Aile için de çok önemliydi bu eşyalar. Daha sonraki yıllarda ailenin öldüğünü öğrendiğimde çok üzülmüştüm.

Ulaş’ın anne babası beni son derece sıcak karşıladılar. Gitmeden önce acaba nasıl karşılarlar, öldürülmesinden beni mi sorumlu tutarlar gibi bir sürü düşünceler geçti içimden, fakat yanılmışım. Kapı zilini çaldım. Kapı açıldı, sonradan öğrendim, annesiymiş kapıyı açan. Çünkü daha önce ailesiyle ne karşılaşmıştım ne de resimlerini görmüştüm. Önce kendimi tanıttım ürkek bir tavırla fakat annenin içeri buyur kızım demesi beni çok rahatlattı. Açıkçası böyle bir karşılama beklemiyordum, her şeye hazırlıklı idim.

Uzun yıllar geçti ama Ulaş’ın annesinin beni karşılamasını hatırlıyorum. “Artık bundan böyle sen de bizim evladımız sayılırsın” diyerek kucaklamıştı. Ben o gün Ulaş’tan kalanları verip İstanbul’a geri dönecektim fakat onlar evlerinde kalmam için o kadar ısrar etti ki reddetmem olanaksızdı. O gün orada kaldım. İyi de etmişim; evde devamlı Ulaş’ın çocukluk yılları ve gençlik yılları ile ilgili ne hatırlıyorlarsa hepsi konuşuldu. Bana da bu samimi ortamda Ulaş’la olan arkadaşlığımızı anlatmak ve en acısı, nasıl öldürüldüğü ile ilgili kısım düşmüştü. Anlattıkça yüzlerindeki acıyı hissettim. Ölümünü anlatırken annenin gözünden yaşlar boşanmıştı.

Ulaş’ın annesi bir ara kulağıma eğilip, ‘Kızım seninle bir şeyler konuşmak istiyorum, benimle arka odaya gelir misin?’ dedi. Bir an için düşündüm, tereddüt ettim. O anda ne yapacağımı şaşırdım fakat yapacak da bir şey yoktu, onunla birlikte bulunduğumuz yerden öteki odaya geçtik. Arka odaya girer girmez büyük bir telaşla, ‘Kızım çocuk nerede? Biz yıllardır onun hasretiyle yanıyoruz’ demesin mi? Şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim bir an. Ailesi basında çıkan haberlerden dolayı benim Ulaş’tan bir çocuğum olduğunu sanıyormuş. ‘Torunum nerede’ diye tekrar sordu. O anda nasıl üzüldüm bilemezsiniz. Annenin yüz ifadesi destansı bir görünümü andırıyordu. Düşündüm o anda, keşke bir çocuğumuz olsaydı da bu anneyi mutlu edebilseydim diye. Ama Ulaş’la biz sadece dava arkadaşıydık, bundan öte bir şey yoktu aramızda. Ayrıca böyle bir çocuk olsaydı zaten o çocuk da cezaevinde doğmuş olurdu ve bundan da herkesin haberi olurdu. Onları hayal kırıklığına uğrattığım için çok üzülmüştüm. Ama gerçek de buydu. O evde o gün, bu gerçeğin acısıyla Ulaş’la ilgili başka bir şey konuşamadık”.

Lale Arıkdal bunları söyleyip susmuştu. İkimiz de bir süre konuşmadık, Ulaş’ı, o günleri, birer birer katledilen devrimci arkadaşlarımızı düşünüyorduk. Lale o günlere ilişkin başka şeyler de anlatmak istiyordu:

Evin Tabanına Gömülü Kitaplar

“Ulaş’la aramızda geçen bir anıyı daha anlatayım size. Ulaş’ın bende kaldığı süre içinde örgütle tüm haberleşmelerini ben sağlardım. Bir gün haberleşme bilgilerini oyuncak bir fare içinde getirmiştim. Bu çok hoşuna gitmişti, Ulaş’la farecilik oynuyorduk, ben önde o arkada yerde sürünerek. Ne bileyim Ulaş’ın o fareyi beni korkutmak için kullanacağını. Bir gün eve geç gelmiştim. Evin kapısından içeri girip kapıyı kapattığım anda Ulaş’ın o oyuncak fareyi bacağıma dokundurmasıyla nasıl bir çığlık atmıştım anlatamam. Ulaş korktuğumu gördüğünde buna o kadar çok üzülmüştü ki beni teselli etmek için özür üzerine özür dilemişti.

Tanınmamak için kaşlarını almamı söyleyip önüme oturmuştu. Kaşlarından bir teli cımbızla çektiğim anda nasıl acı hissettiğini gördüm ve kendisine istersen vazgeçelim dediğimde, ‘Hayır, vazgeçmek yok’ demişti, ben de devam etmiştim. İşte bu da böyle bir anı.”

17 Ağustos 2012 tarihinde Ulaş Bardakçı’nın Akçataş köyünde amcası Kazım Bardakçı ile görüştüm. Ulaş’ın köyde geçirdiği günleri konuşurken çok önemli bir şeyden bahsetti. Ulaş’ın kitaplarının evin tabanında gömülü olduğundan söz etmesi beni çok heyecanlandırdı. “Bunlar mutlaka çıkartılmalı” dedim. Onlar da, “Evet bu güne kadar çıkartmalıydık” dediler. Aileden çıkartacakları sözünü aldıktan sonra ilk fırsatta geri döneceğimi söyleyerek oradan ayrıldım. 2013 yılında köye tekrar gittiğimde ilk işim kitapları sormak oldu. Kitapların toprak altından çıkartıldığını fakat çürümüş olduğunu söylediler. Bu habere çok üzüldüm. Ancak kitaplardan birinin içinden naylon bir poşete sarılı o bildik fotoğraflarından biri çıkmış Ulaş’ın. Bu naylon içindeki fotoğraf biraz bozulsa da çürümemiş. Aile bu fotoğrafı bir fotoğrafçıya götürüp birkaç kopya yaptırmış. Bir tanesini de bana verdiler. İşte bana verilen, neredeyse 45 yılı yeraltında geçiren o fotoğrafı size sunuyorum.

26 Ocak 2019 tarihinde Ankara’da Dürüye anayla tekrar bir araya geldik. Aslında bu ziyaret geç kalınmış bir ziyaretti. Ulaş Bardakçı’nın köyü Akçataş’a ikinci gidişim “3 Yoldaş” adını verdiğim kitabımın araştırmalarını netleştirmek içindi. Bu 3 yoldaştan birinin de Ulaş olması sebebiyle araştırmalarımı derinleştirmek için gitmiştim Akçataş’a. Bu ziyaretimden sonra Kazım amcaya tekrar geleceğimi söyleyerek ayrılmıştım. Yoğun çalışmalarım nedeniyle ara çok uzamıştı. Ne bileyim böyle olacağını. 23 Ocak 2019 günü haberleştiğim bir dostumdan Kazım Bardakçı’yı birkaç yıl önce kaybettiğimiz haberini aldım. Artık zaman kaybetmemeliyim diyerek düştüm yollara. Ankara’da oğlu Ethem Bardakçı ile irtibat kurarak tuttum Ankara’nın yolunu. Ankara’da Ulaş Bardakçı’nın kuzeni Saliha hanımla, Ulaş’ın amcası Kazım Bardakçı’nın Ankara’daki evine gittik. Kazım Bardakçı’nın eşi Düriye Ananın, “Seni çok bekledi, seni çok seviyordu. Gelecekti neden gelmedi deyip durdu,” demesi beni adeta yıktı.  

Evet, çalışmalarımın yoğunluğu dolayısıyla ihmal etmiştim Kazım Amcayı. Olmadı Kazım Amca, yine beceremedim, ihmal ettim sizi.

Düriye Ana yanındaki kızını göstererek “Ulaş öldükten sonra Ulaş’ın annesi babası köye geldiler, bu kızım Saliha’yı ‘Bize verin’ dediler. ‘Ulaş’ın odası kapalı duruyor, eşyası bıraktığı gibi duruyor, verin bu kızı bize, biz okutalım, meslek sahibi yapalım bunu’ dediler. Ben anayım, insan evladını verir mi? Kıyar mı bir tüyüne? Kıyamam çocuklarıma. Onlar da çocuklarını kaybetmişler, acılılar ama ‘Ben veremem yavrumu’ dedim.”   

Saliha Bardakçı telefonundaki bir resmi gösterdi. “Bu fotoğraf Ulaş ağabeyimin 16-17 yaşlarındaki bir fotoğrafı” dedi. Bu fotoğrafı benimle paylaşıp paylaşmayacağını sorduğumda, “Neden olmasın, biz sizi aileden sayıyoruz” dedi ve telefonundaki fotoğrafı benim telefonuma aktardı. “Yeni yazmakta olduğum ‘GÖKSU BULANIK AKIYOR’ romanımdaki Ulaş’la ilgili bölümde bu fotoğrafı kullanabilir miyim” dediğimde, “Siz nerede kullanmak istiyorsanız kullanabilirsiniz” dedi.

Ruhun şad olsun sevgili YOLDAŞ… 

Musa Kaplan

4 Ekim 2021 Pazartesi | 2941 Görüntülenme

İlgili Kategori: Köprü

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Sizden Gelenler

İnsan neye ne kadar ulaşabilme de Ulaş olmak farklıydı. Var olun Musa Dostum,
Recep Babayiğit | 2 Eylül 2021 Perşembe

Etiketler