Bu Çizimdeki Yazarı Tanıyamadım
“Sait Faik’ten Kafka’ya” sergisindeki yazarların seçimi benim okuduğum, etkilendiğim yazarlardan oluşsa da hepsinin buluştuğu nokta Türk ve Dünya aydınlanmasıydı. Hem bizim hem de yaşadığımız yerkürenin şu an çok ihtiyacı olan şey, o yazarlarda buluşuyordu. Sergide yer alan çizimlerdeki yazarlarla ilgili izleyenlerle sık sık sohbet etme imkânı buldum. Açıkçası her bir yazar portresi üzerine yorumlar ve sorular geliyordu ama bir tanesi için sorulan soru hep aynıydı: “Bu çizimdeki yazarı tanıyamadım” ya da
“Enver Gökçe kim?”
Ahmet Kaya’nın bestelediği Enver Gökçe şiiri sadece “Gayri Gider Oldum” değildi. “Katlime Ferman” ve “Meri Kekliğim” şarkıları da şairimizin yapıtlarındandır. “Katlime Ferman” adıyla bilinen şarkının şiirinin asıl ismi “Turan Emeksiz”dir ve 27 Mayıs öncesinde (28 Nisan 1960) İstanbul Üniversitesi’nde Demokrat Parti iktidarının baskıcı politikalarına karşı yapılan mitingde polis kurşunuyla katledilen Turan Emeksiz anısına yazılmış bir şiirdir.
Onlarla kentte yaşayan işçi sınıfı edebiyatın ön safına oturuyordu. Hele ki Gökçe’nin şiirlerine makineler, rotatifler, mücadelenin üzerine sürülen panzerler olanca canlılığıyla süslemesiz otururken şiirin biçimsel estetiği de eksik edilmiyordu. Mapusluk, sürgünler ve işsiz bırakılma Enver Gökçe’nin hayatını kapladı. En sonunda evsiz de kalan şair 1981 yılında son nefesini huzurevinde verdi.
“BU ÇİZİMDEKİ YAZARI TANIYAMADIM”
Geçtiğimiz yıl İstanbul ve takibinde de Ankara’da olmak üzere “Sait Faik’ten Kafka’ya” isimli sergimi açtım. Bu sergi edebiyatçıların portre karikatürlerinden oluşuyordu. Bu kapsamda bir sergi oluşturmak benim için uzun uzun tasarlanmış bir şey değildi. Zaman içinde dinlediğim müzikleri icra edenlerin suretlerini kâğıda çizmek gibi bir alışkanlığım vardı. Bu sonralarda okuduğum kitapların yazarlarını da çizmeye dönüştü. İşte böylece elimde biriken çizimler de böylesi bir sergiye malzeme oluşturdu.
Bu sergiyi açmadan önce dostlarıma çizimleri gösterdiğimde bir çoğunun sevdiği yazarların suretini bilmediklerini fark ettim. Bu gayet doğaldı, zira bu yazarlar bir pop ya da sinema yıldızı gibi imajlarıyla değil yazdıklarıyla tanınıyordu. Sergilenirken çizimlerde o yazarların düşünsel evreni de yansıdığı için tanınmaları kolaylaşıyordu. Sergide her bir portrenin yanında ismi de yazıyordu zaten. “Sait Faik’ten Kafka’ya” sergisi boyunca galeride bulunmaya gayret ettim. Böylece izlemeye gelenlerle sohbet etme imkânı buldum. Bu izlenimlerden sonra birçok kişinin o yazarları ismini okumadan tanıdığını gördüm.
“Sait Faik’ten Kafka’ya” sergisindeki yazarların seçimi benim okuduğum, etkilendiğim yazarlardan oluşsa da hepsinin buluştuğu nokta Türk ve Dünya aydınlanmasıydı. Hem bizim hem de yaşadığımız yerkürenin şu an çok ihtiyacı olan şey, o yazarlarda buluşuyordu. Sergide yer alan çizimlerdeki yazarlarla ilgili izleyenlerle sık sık sohbet etme imkânı buldum. Açıkçası her bir yazar portresi üzerine yorumlar ve sorular geliyordu ama bir tanesi için sorulan soru hep aynıydı:
“Bu çizimdeki yazarı tanıyamadım”
ya da
“Enver Gökçe kim?”
Bu ismi gençlerin bilmemesi normaldi ama 80 öncesinin fırtınalı politik ortamında yaşamış ‘eski tüfekler’in de sorması beni şaşırtıyordu. Ben bu sorulara karşılık olarak, “Hani Ahmet Kaya’nın ‘Gayri Gider Oldum’ şarkısı var ya…” der demez karşımdaki sözümü keserek, “Ay bilmez miyim, o şarkıyı çok severim” diyordu ve ben de hemen “ işte o şarkı Enver Gökçe’nin şiirinden yapılmıştır,” diye yapıştırıyordum.
Doğruyu Ararken Yanlışa Yakalanmak
Enver Gökçe’nin asıl adı “Hastir Lan” olan o şiirindeki, “Kovulmuşum / Siktir çekilmişim yani / Kendi öz yurdumda / Bir meri keklik gibi çeker giderim.” diye yazılan son bölüm ve Ahmet Kaya’nın bunu besteleyip, okuması birçok kişi için Kürt sorunu için yazılmış bir şiir gibi gelebilecekti. Oysa ki Gökçe bir sınıf şairiydi ve tüm yaşamını işçi sınıfının mücadelesine adamış, sosyalist bir şairimizdi. Bu şiirin yazılma nedenini anlatan bir yazı Oda TV’nin sitesinde “Bu şarkı Kürtler için yazılmadı!” başlığı ile 13 Aralık 2007 tarihinde yayınlanmıştı. Şimdi o yazıdan bir bölüme yer verelim:
“Yukarıdaki dizeleri biz Ahmet Kaya’nın ünlü şarkısından tanıyoruz. Bu şarkının sözleri ise ünlü şair Enver Gökçe’ye ait. 1980 yılında bir edebiyat dergisinde yayımladığı bu şiirin gerçek öyküsü bambaşka. Türkçe şiirde 1940 kuşağı ya da ‘Acılı Kuşak’ olarak anılan toplumcu şairlerin önde gelen temsilcilerinden biridir Enver Gökçe. O dönemde şairimiz hapishanede uzun yıllar kalmış. Sağlığı da iyice bozulmuş. Tedavi için yurtdışına gitmiş. Hastalığı ilerlediği bir aşamada bir rivayete göre evde eşi ile tartışır. Eşi artık ona bakmaktan bıkmıştır. Uzun bir kavganın ardından Enver Gökçe’yi evden atar. Artık istenmeyen bir adamdır o. Ve kalemi eline alır, yıllar sonra da Ahmet Kaya tarafından da bestelenecek olan o unutulmayan şiirini yazar. Daha sonra Enver Gökçe Ankara Seyran Bağları huzurevine yerleşir ve geriye acılı ve sürgün günlerinden bu şiir ve bu şarkı kalır.”
Bir yanlışı düzeltemeye çalışırken daha büyük yanlışlık yapmak bize özgü bir şey herhalde. Enver Gökçe hiç evlenmediği gibi tedavi için yurtdışına da gitmedi. Bu şiiri olmayan karısına sitem etmek için değil, halktan yana politik mücadeleye girdiği, işçi sınıfını savunan şiirler yazdığı için uğradığı kovuşturmalara, işkencelere, hapislere, işsizliklere, yoksulluklara karşı duygusunu ortaya koymak için yazmıştı. Gerçekten de tarifsiz acılar içinde geçen bir yaşamı olmuştu.
Turan Emeksiz İçin Yazılan Şiir
Ahmet Kaya’nın bestelediği Enver Gökçe şiiri sadece “Gayri Gider Oldum” değildi. “Katlime Ferman” ve “Meri Kekliğim” şarkıları da şairimizin yapıtlarındandır. “Katlime Ferman” adıyla bilinen şarkının şiirinin asıl ismi “Turan Emeksiz”dir ve 27 Mayıs öncesinde (28 Nisan 1960) İstanbul Üniversitesi’nde Demokrat Parti iktidarının baskıcı politikalarına karşı yapılan mitingde polis kurşunuyla katledilen Turan Emeksiz anısına yazılmış bir şiirdir. Ahmet Kaya ilk konserlerinde bu şarkıyı okumadan önce üzerine basa basa “Turan Emeksiz” vurgusu yapsa da zaman içinde popüler kültür bunu eritecekti. Gene aynı şekilde Kore Savaşı ile ABD emperyalizmine tutsak edilmemizi anlatan “Meri Kekliğim” şiiri de popüler kültürün değirmeninde öğütülüp, başkalaşacaktı.
Müzik hayatının en başında Ahmet Kaya’nın Enver Gökçe şiirlerini seçmesi elbette ki onu başkalaştırmak için değildi, hatta şairin sınıfsal bakışından dolayıydı. Ancak seksenlerin ikinci yarısına doğru gelişen “özgün müzik” tavrı böyle bir ivmeyi hızlandırıyordu. 1970’lerin “Devrimci Müzik” tavrı biraz “arabesk” sosuyla karışınca işin rengi değişiyor ve bundan da nasibini en fazla şairlerimiz alarak, yapıtları aslından uzak imajlara bürünüyordu. Aynı dönemde Sadık Gürbüz de Enver Gökçe’nin “Görüş Günü” şiirini “pre – özgün müzik” tarzıyla seslendirmişti ama asıl niteliğinden kopmamıştı.
Bütün bunları yazdığım için aklınıza 1970’lerdeki “Devrimci müzik sazla yapılır, gitar falan gibi enstrümanlar yozlaştırır” gibisinden görüşlerden taraf olduğum sanılmasın. Benim derdim o günlerin alaturka liberal Özalizm rüzgârlarında her şeyin başkalaştığı, özünden koparıldığı bir dönemi vurgulamak. Ölümünden 37 yıl sonra Enver Gökçe’nin hafızalarımızdan kazınması da biraz bu yüzden değil mi?
Benim de Enver Gökçe ile tanışmam gene bir şirinin bestelenmiş haliyle oldu. 1976 yılında çıkan Selda’nın “Vurulduk Ey Halkım” LP (uzunçalar) plağında yer alan “Gezden, Gözden, Arpacıktan” şarkısı Gökçe’nin “Dost” şiirinden bestelenmişti. Bu uzun bir şiirdi ve Selda’nın bestesiyle benim gibi 14 yaşında sola meyil etmiş bir yeni yetmenin aklını başından almıştı. Bu etkinin ardından Enver Gökçe’nin şiir kitaplarını okuyup, hatim edecektim. “Gel günlerim gel de dol…. Düşmanlar selam ister …Gözden, gezden, arpacıktan” diyen “Dost” şiiri her ne kadar bana tedirgin edici gelse de işçi sınıfının sert yaşamını, mücadelesini yalınlıkla vermesi ilgimi palazlandırıyordu. Şiirleri bana ilk anda Nâzım Hikmet’in “Makinalaşmak” şiiri gibi şaşırtıcı geldi. Daha sonrasında ise mücadelesini ettiğim ama yaşamlarını yeterince bilmediğim işçilerin dünyasına giriyordum. O ilk Enver Gökçe şiirlerini okuduğum günlerden bu yana neredeyse yarım asır geçmiş, bugün bu yazıyı yazarken o şiirlere tekrar baktığımda etkisinin bir damla olsun eksilmediğini gördüm.
Anadolu Kökenli İki Şair
O dönemlerde itiraf etmeliyim ki toplumcu gerçekçi edebiyatın köy anlatımları bana sıkıcı geliyordu. Çünkü bir kentli olarak Nâzım Hikmet ilgimi daha çok çekiyordu. İşte bu sırada Anadolu kökenli iki şair ilgi alanıma girecekti. Bunlardan biri Hasan Hüseyin Korkmazgil’di, diğeri de Enver Gökçe. Onlarla kentte yaşayan işçi sınıfı edebiyatın ön safına oturuyordu. Hele ki Gökçe’nin şiirlerine makineler, rotatifler, mücadelenin üzerine sürülen panzerler olanca canlılığıyla süslemesiz otururken şiirin biçimsel estetiği de eksik edilmiyordu.
Mapusluk, sürgünler ve işsiz bırakılma Enver Gökçe’nin hayatını kapladı. En sonunda evsiz de kalan şair 1981 yılında son nefesini huzurevinde verdi. Hücrede kaldığı günlerde yakalandığı hastalık yakasını bırakmamıştı. Ağır hastaydı, tedavi için yurtdışına çıkması gerekiyordu ama dönem 12 Eylül Faşizmi günleriydi ve toplumcu gerçekçi edebiyatın sınıf şairi böylece veda etti. 12 Eylül onu hapse atamadı ama yarattığı ‘karşı – devrim’ rüzgârında başkalaştırıp, unutturdu. Gökçe’nin kitaplarını yazının sonunda not düşeceğim ama bulur musunuz, bilemem. Zira o rüzgâr onları da savurarak yok etti. Zaten bu şairin başına ilk defa da gelmiyordu. 1952 yılında yapılan TKP Tevkifatı’nda tutuklanacak ve 7 yıl hapis yatacaktı. Şair o dönemde “Yusuf ile Balaban” isimli destanı yazar. Hapisten bunları dışarıya ulaştırır. Ama mahkûmiyeti bittiğinde bu şiirlerin kaybolduğunu öğrenir. İşte o destandan kala kala sadece 4 şiir kalmıştı.
Enver Gökçe’nin kitapları
Dost Dost İlle Kavga (1973)
Panzerler Üstümüze Kalkarlar (1977)
Eğin Türküleri (1982, DTCF bitirme tezi, ölümünden sonra)
Enver Gökçe Yaşamı ve Bütün Şiirleri (1981, ölümünden sonra)
Çeviri
Pablo Neruda – Şiirler ( 1971)
TURAN EMEKSİZ
Bir yürüyüş eylediler sabahtan
Ilgıt ılgıt kan gider loy loy!
Dayan dizlerim dayan!
Ağla gözlerim ağla!
Namlu puşt olmuş, atayağı puşt.
Yine düşman elindeydi vatan
Bir oğul çıktı Malatya'dan:
Anası Yılmaz çağırırdı
Haram süt emmemişti anadan.
Ve Beyazıt derler bir büyük alan
Düşman sarmıştı sağı solu
Düşman çok, cephane yoktu.
Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu
Amandı el aman!
Tank paletleriydi alanda dönen
Kusan namlularda, kalleş ölümcül
Ve vuran ve kıran ve haykıran
Malatyalı şöyle baktı bir
Ana baba günüydü herhal
Her yönde toz duman!
Vay anam vay!
Bu belalı başınan
Kime ne diyem
Kime ne diyem
Nerelere gidem
Ya derdime derman
Ya katlime ferman!
Başı daralınca Yılmaz'ın
Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu
Vurulmuştu.
Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına
Hay bu nasıl devran?
28
Nisandı
Yavri
Hey!
Ham
Meyveyi
Kopardılar
Dalından.
MERİ KEKLİĞİM
Bir
Elde
Çatal
Bir
Elde
Dehre
Dalar
Dikenlerin
Kengerlerin
Peşinde
Kaderimmiş
Söğerim
Oy
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Dut
Kurusu
Süpürge
Tohumu
Yediğimiz
Ve
Bir
Godik
Arpa
İçin
Sivas
Kapılarından
Geri
Çevrildiğimiz
Günleri
Defledik
Meri Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Yol
Parası
Veremedim
Diye
Şu
Dağları
Bana
Açtırdılar
Şu
Yolları
Bana
Hacizlere
Gitti
Suna
Gibi
Keçim
İneğim
Meri
Kekliğim
Kore
Dağlarında
Tabakam
Kaldı
Mapus
Damlarında
Özgürlüğüm
Hey
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğin.
Abdulkadir Elçioğlu
19 Nisan 2021 Pazartesi | 552 Görüntülenme
İlgili Kategori: Köprü