Nazım Hikmet’in Neoliberal Okuyucuları

Nazım Hikmet’in Neoliberal Okuyucuları - Kaan Eminoğlu

Piyasa edebiyatının eşyanın tabiatı gereği, özgürlükleri ortadan kaldıran bir edebiyat ortamı olduğu her olayda kanıtlanıyor. Edebi ve estetik tartışmaya, eleştiri özgürlüğüne kapalı bir düzen var. Bunun yeni örneklerinden biri, Varlık dergisinin, Şubat 2019 sayısında yer alan Sabit Kemal Bayıldıran'ın "Kuvayi Milliye'yi Ulusçu Açıdan Okumak" yazısındaki gerçekdışı savları eleştiren ve tartışan bir cevap yazısını yayınlamayı reddetmesi oldu. Kaan Eminoğlu, Bayıldıran'ın çelişkilerle dolu, neoliberalizmin "etnikçi" yeni ideolojisiyle Nâzım Hikmet eleştirisine "Post-Truth", kavramıyla bir açıklama getirirken, Varlık dergisi, bu cevap yazısını yayınlamayarak okurlarının çok yönlü bilgilenme ve düşünme özgürlüklerine de saygısızlık etmiş oldu. Kaan Eminoğlu'nun Bayıldıran'a cevap yazısını yayınlayarak eleştiri ve tartışma kapısının bizim tarafta hep açık olduğunu bir kez daha belirtmek istiyoruz. 

Sanatçı öznenin yaratımlarındaki gizil ve muğlak noktaları belirginleştirip –yaratıdan hareketle- yaratının sahibi özneye ve yaratının geneline ilişkin çıkarımlar yaparak okura; ortaya konan eser hakkında bilgi veren, eserin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkararak bir değer biçme olanağı yaratan disipline edebiyat eleştirisi adını veriyoruz. Semih Gümüş’ün ifadesi ile yazınsal metnin derin yapısının biçimlerini araştıran; kesintisiz bir yeniden anlamlandırma süreci kuran metni bütün örgenleriyle çözümleyen; dolayısıyla yüzeyde görünenle ilgilenmeyen; dizgesel; bu arada kendini yazınsal dilin parçası olarak yaratan edebiyat eleştirisi[1] varoluşu itibariyle ortaya konan eser üzerine düşünme eylemini ifade ediyor. Tabii bu düşünme süreci belli bir birikim ve metoda dayalı yapıldığı için beraberinde türleşmeyi de getiriyor. Örneğin anlık duygu ve düşüncelerin çıkış noktası olarak belirlendiği eleştiri türüne izlenimci eleştiri, sınıfsal çelişkileri imleyip edebiyatın bunları aksettirme ölçüsüne göre hareket ettirilmesi gerektiğini savunan eleştiri türüne Marksist eleştiri, metnin içindeki göstergeleri çözümleyerek metnin anlam alanını genişletmeyi hedef noktası olarak belirleyen eleştiriyeyse göstergebilimsel eleştiri adını veriyoruz. Toplumun ve insanın değişimine uygun olarak düşündüğümüzde tarihsel süreç içerisinde eleştirinin çeşitlenmesi, farklı türlerinin ortaya çıkması, bölünerek disiplinler arası niteliğinin artması edebiyat eleştirisi açısından olumlu bir durum olarak düşünülebilir. Ancak her değişim ve çeşitlenim ilerleme olarak kabul edilmemelidir. Eleştiriyi yapan özne insan olduğu için disharmonik kurulumu gereği olumsuz yönde değişimler eleştiri bağlamında da kaçınılmazdır. Post-truth eleştiri dediğimiz kavram da bu değişimin olumsuz yanını imlemek için teklif edilen bir eleştiri türü ismidir.

2016 yılında Oxford Sözlük ve The Society For The German Language in Wiesbaden tarafından yılın kelimesi seçilen “Post-truth”, kelime karşılığı itibari ile gerçek sonrası olarak görülse de anlam olarak nesnel gerçekliğin kamuoyunu biçimlendirmede duygu ve inançlara nazaran daha az etkili olması koşullarına karşılık gelmektedir. Nesnel gerçeklerin bir öneminin olmadığı, önemli olanın kişisel duygu ve inançlar olarak görüldüğü bir anlayışı ifade etmek için kullanılan Post-truth kavramı daha çok siyasetin ve siyasetçilerin toplumu manipüle etme eylemlerini açıklamak için kullanılmaktadır. Bu kavramın edebiyat eleştirisi alanındaki karşılığı olarak ise Post-Kemalizm’in kültürel alanını işleyen neoliberal edebiyat eleştirmenlerinin ideoloji eksenli edebiyat yazıları gösterilebilir. Temel argüman olarak anakronik tarih okumacılığını kullanan Post-truth eleştirmenler için nesnel hakikatlerin yerini kişisel/yanlı duyguların sübjektifliği almıştır. Post-truth eleştirinin güncel örneklerinden olması, Post-truth eleştirinin çözümlenmesine katkı sağlayacağı ve benim bu yazıyı yazmama neden olması nedeniyle Varlık dergisinin Şubat 2019 tarihli 1337. Sayısındaki Sabit Kemal Bayıldıran imzalı “Kuvâyi Milliye”yi Ulusçu Açıdan Okumak[2] adlı yazıyı ele alacağım. 

Bir Post-Truth Eleştiri Örneği: “Kuvâyi Milliye”yi Ulusçu Açıdan Okumak

Sabit Kemal Bayıldıran’ın bu yazısı kabaca özetlenirse ortaya çıkan tezlerin şunlar olduğu görülecektir: Nâzım Hikmet Kuvâyi Milliye şiirini milliyetçi duygularla yazmıştır, bunu yazmasında yaşadığı dönemin hükümetine yaranma çabası aşikârdır, Nâzım Hikmet sosyalist olmasına rağmen Kemalist eğilimleri nedeniyle kuşku uyandırıcıdır, resmî tarihe ait olan her şeyi reddetmediği için devletçi bile sayılabilir vs. Bu kanaate ulaşmamıza neden olan bölümleri inceleyecek olursak Bayıldıran’ın yazısında “Destan’da sosyalist anlayışın izleri hissedilirse de, yaklaşım bütünüyle resmî ideoloji doğrultusundadır.” diyerek Nâzım Hikmet’i sol-Kemalist ilan etmekte olduğunu, “Nâzım, Kuvâyı Milliye’yi ‘sipariş üzre’ yazdığından resmî ideolojiyi hiç sorgulamaz, onu olduğu gibi aktarır.”  diyerek Nâzım Hikmet’i cûlüs bahşişi ile şiir yazan divan şairleri seviyesine indirgediği, “Burada ‘biz’ zamiri Türk’ün yerini tutuyor. Nâzım buradaki ‘biz’le Yunanlı çobanı ötekileştiriyor.” diyerek de Nâzım Hikmet’in milliyetçi duygularla bu şiiri yazdığını imlemektedir. Bu yargıların hepsine Post-truth eleştiri anlayışı ile ulaşıldığı için tabii ki nesnel bir hakikatin ortaya konuşu değil, Bayıldıran’ın Kemalizm’e ve onun inşa etmek istediği modernist anlayışa olan kişisel hıncının ürünü olan aşırı/abartı yorumlardır. 
Post-truth eleştirinin ana belirleyicilerinden birisi de eleştiri metninin içindeki çelişkilerdir. Post-truth eleştirmen; eleştiride nesnelliği değil, kendi duygularını öncüllemesine rağmen yaptığı eleştiride hakikatle yüzde yüz çelişmek istemediği için ister istemez çelişkilere düşmektedir. Örneğin Bayıldıran: “Bu kahramanlarla şair ‘Milli Mücadele halkın emperyalizme başkaldırısıdır’ tezini ileri sürmektedir. Bu Nâzım’ın mücadelenin liderini öne çıkarmayışını saymazsak, resmî ideolojinin söylediğinden farklı bir yaklaşım değildir.” derken iki cümle sonra bu söylediklerini reddederek “Dolayısıyla Milli Mücadele’nin antiemperyalist oluşundan devletin kitaplarında söz edilmezken, Nâzım, mücadeleye Komitern açısından yaklaşır.” demektedir. İlk cümledeki Bayıldıran’ın kanaati devletin resmî ideolojisinin Millî Mücadele’yi antiemperyalist bir savaş olarak nitelendirdiği yönündeyken, ikinci cümledeki Bayıldıran’a göre devletin resmi ideolojisinin yazılı olduğu kitaplarda Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir savaş olduğu söylenmez, bu tespit Komitern’e aittir. Bayıldıran’a göre Komitern de Kemalist resmi tezlerle konuşmaktadır. Ortada hiç kimsenin bilmediği ancak kendi duygularıyla inşa ettiği/bulduğu bir “hakikat” olduğunu düşünen Bayıldıran, “Resmî tarihin söylediği her şey yalandır” tezini hareket noktası olarak belirlediği için herkes tarafından kabul edilen tarihî verileri de yadsıma çelişkisine düşmektedir. Bu düşüncenin karikatürize edilmesi ile herkesin kabul ettiği nesnel tarih argümanları -sırf resmî tarihte de yer alıyor diye- yalan, Bayıldıran’ın herhangi bir kaynak göstermeden zihinsel fikir pratiğinin ürünü olan tarihsel verilerinse doğru kabul edilmesi gerekmektedir. Post-truth anlayışa göre tutarlı olarak görülen bu anlayışın, nesnel eleştiride herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır.   

Komünist Manifesto’ya Referansla Başlayan Destan’da Resmi İdeoloji Görmek

Bayıldıran’ın ısrarla resmî ideoloji merkezinden verilen bir siparişle yazıldığını iddia ettiği Kuvâyi Milliye Destanı’nın başlangıcında Komünist Manifesto’ya atıfta bulunularak “ve onlar için:/ zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,/ denildi[3] dizeleri geçer. Bu dizelerden hiç bahsetmeyen Bayıldıran, o dönemki resmî ideolojinin komünizm olduğunu iddia etmiyorsa eğer “resmi ideolojinin siparişiyle yazıldığı” iddiasının hakikati karşılama noktasındaki eksikliği üzerinde tekrar tekrar düşünmesi gerekir. Üstelik şiirin geneline bakıldığı zaman, Nâzım’ın sınıfsal karakteri ön planda olan emekçi kesimin (bahçıvan, ırgat, orakçı, maraba, dokumacı, balıkçı, marangoz vs.) mücadelesinin savaşın kazanılmasındaki en büyük etken olduğunu belirtmesi, meseleye sınıfsal çelişki boyutuyla bakarak Marksist felsefeden uzaklaşmadığını göstermektedir. Üstelik bu “sipariş” şiirde, siparişi veren yönetime ilişkin eleştirinin olması da Bayıldıran’ın tezlerinin çelişkisini gözler önüne seren bir başka etkendir: “Ve kavga bittiği zaman/ ne çiftlik sahibi oldu, ne apartman./ Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,/ kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…” Kendileri için “sipariş” bir şiir yazılmasını isteyen kadroların, klasik mantık çerçevesinde düşündüğümüz zaman, bu “sipariş” şiirde kendi yönetim anlayışlarına yönelik bir eleştiri istemeyeceklerini düşünmek çok da zor olmasa gerekir.          
Yazının içindeki en çetrefil Post-truth yorumlar ise Nâzım Hikmet’in  ideolojik bakış açısının açıklanması noktasında kendini göstermektedir. Bayıldıran: “Nâzım bir sosyalist olarak baktığı için olayı sınıf açısından yorumlar; ama bu sosyalist anlayış değildir.” diyerek sosyalist anlayışın meseleleri sınıfsal boyutla incelemeyeceği gibi sosyalizmde çığır açan, sosyalizmle ilgili hiçbir kitapta rastlayamayacağımız “sosyalizm sınıfsal açıyla bakmaz” gibi bir yargıya ulaşarak bambaşka ve sosyalizm kavramını tersyüz eden bir sosyalizm iddiasında bulunmakta bir beis görmez. Bayıldıran metnin ilerleyen kısmında ise “bir sosyalistin nasıl bir bakış açısına sahip olması gerektiğini” Post-truth dünya görüşünü merkeze alarak şöyle açıklar: “Kuvâyi Milliye’nin kişilerinin sınıfsal konumunu yukarıda belirtmiştik. Etnik bakımdan sadece Arhavili İsmail’in kimliğine işaret vardır. Bu kişi Nâzım’ın daha önce şiirinde andığı ‘Laz İsmail’den mülhemdir. ‘uzun ince burunlu/ ve konuşmayı şehvetle seven’ Arhavili İsmail’in etnik kimliğinin yanında bu kişiler içinde ima yoluyla da olsa bir Kürt’ün bulunmayışı ‘manidar’dır!” Yani Bayıldıran’a göre Nâzım Hikmet karşılaştığı olayları sınıfsal bir perspektifle değerlendirdiği için sosyalistçe hareket etmemiştir ancak kişilerin etnik kökenine ilişkin bir vurgu yapsaydı sosyalistçe hareket etmiş olacaktı. Tabii ki bu yargıların ve bu hayli öznel “sosyalizm” yorumunun bizim bildiğimiz sosyalizm ile herhangi bir alakası bulunmamakta.        
Marksist dünya görüşüne sahip olan Nâzım Hikmet, Jdanov’un yaklaşımından hareketle eserini ideolojisinin bir ürünü olarak var etmiştir. Gerçeklikle kurduğu bağlantıyla, var olan çelişkileri gün yüzüne çıkararak, çelişkilerin yok edilmesini ve sınıfsız bir topluma ulaşılma ideali ile komünizmi bir kurtuluş reçetesi olarak görmüştür. Ancak sınıfsız toplum önünde kapitalizm ve onun var edicisi olan emperyalizm gibi iki büyük engel bulunmaktadır. Kapitalizm ülkelerin iç pazarlarındaki emek-ücret dengesizliğinden yararlanarak belli bir sınıfın çıkarlarını gözetmekteyken, emperyalizm onun -ham madde ve pazar- besleyicisi olarak ülkelerin gelişmişlikleri arasındaki farkı gelişmiş ülkelerin lehine olacak şekilde değiştirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda sınıfsız, imtiyazsız toplum idealinin gerçekleşmesini isteyen komünist şair, doğal olarak, kapitalizme ve onun var edicisi emperyalizme karşı çıkmaktadır. Nâzım Hikmet’in o dönemki ittifakları gereği İngiliz emperyalizminin lejyonerliğini üstlenen Yunanlara karşı, emperyalizme karşı bir varoluş savaşı veren Türk halkını ve onun karşı koyma iradesini savunmasından daha doğal bir şey yoktur. Ancak Bayıldıran meseleyi emperyalizme karşı verilen bir savaş olarak değil de bir Türk-Yunan savaşı boyutunda değerlendirdiği için Nâzım Hikmet’in emperyalizmin idealleri uğrunda ölen Yunanlılara karşı milliyetçi duygularla karşı olduğunu ima etmektedir: “Burada ‘biz’ zamiri Türk’ün yerini tutuyor. Nâzım buradaki ‘biz’le Yunanlı çobanı ötekileştiriyor.” Oysa Nâzım Hikmet Kuvâyi Milliye’de emperyalist devletler tarafından kandırılan bir halkın emekçilerine de üzüldüğünü belirtmekten ve onları ölüme yollayanın emperyalizmin idealleri olduğunu söylemekten de geri durmamıştır: “Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak’ın ayağı./ Nureddin dedi ki: ‘Teselyalı Çoban Mihail’,/ Nureddin dedi ki: ‘Seni biz değil,/ Buraya gönderenler öldürdü seni…’”          
Bayıldıran’ın eleştiri metodunda yaptığı hata(lar) Post-truth eleştiri için örneklem oluşturmakla birlikte bu tip eleştiriye başvuran tavrın yanlışlığının tahlil edilmesi bakımından genç eleştirmen ve şairlere önemli bir imkân sağlıyor. Gerçek eleştirinin bilimsel bir disiplin olduğunu, belli bir metoda dayandığını, metni kişisel kanaatlere uydurmaya çalışmanın Post-truth yönü nedeniyle edebiyata bir katkı sağlamayacağını, Anatole France’ın “Shakespeare’i, Pascal’ı, Racine’i, Goethe’yi anlatmak bahanesiyle kendimden bahsedeceğim.”[4] dediği gibi duyguları ve kişisel hırsları merkeze koyan bir eleştiri tarzının çağın gereklerini karşılamadığı gerçeğinin Post-truth eleştiri kavramı üzerinden okunmasını sağlıyor.

 

[1] Semih Gümüş, Çözümleyici Eleştiri, “Eleştiri ve Edebiyat Nerede Aranır”, Can Yayınları, İstanbul, 2012, s.13.

[2] Sabit Kemal Bayıldıran, “Kuvâyi Milliye”yi Ulusçu Açıdan Okumak, Varlık Dergisi, Şubat 2019, Sayı:1337, s.77-82.

[3] Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye, Adam Yayınları, İstanbul, 1994.

[4] Anatole France, Edebiyat Hayatı, Çevirmen: Nebil Otman, MEB Yayınları, İstanbul, 1988, s.10.

Kaan Eminoğlu

4 Haziran 2021 Cuma | 499 Görüntülenme

İlgili Kategori: Eleştiri

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler

Bu İçerikler de İlginizi Çekebilir