Brecht’in devrimci eleştirisi yıkmaya devam ediyor
Brecht’i en çok, evde dizi izlerken anıyorum. Evin oturma odasında duvarın yarısını kaplayan televizyondan kaçmak mümkün değil, her gün birkaç tv dizisinden biz de nasibimizi alıyoruz. Günlük gazeteleri okumaya çalışırken, ne yalan söyleyeyim, arada gözümü çevirip bakıyorum. Tabii, gelişimini bilmediğim olayları ve kişileri anlayamayınca karıma sormadan edemiyorum. İlk soruyu hızlıca yanıtlıyor, ikinci, üçüncüsü derken öfkeyle susturuyor beni. “Yeter, sorularından dizi izleyemeyecek miyim!” Karım, dizileri bütün benliğiyle kendini kaptırıp izleyebiliyor. Böyle durumlarda aklıma Brecht geliyor. Dizi karakterleriyle “özdeşleşme” içinde kendini kaybeden karıma sorduğum sorular, Brecht’in özdeşleşmeyi kırıcı “yabancılaştırma” etkenlerine benziyor. Karımsa, büyülenme halinden memnun, diziyle arasına hiçbir yabancının girmesini istemiyor. Brecht’in, bugünün gösteri sanatı televizyon için nasıl uyandırıcı araçlar geliştireceğini merak ediyorum doğrusu.
“Burjuva tiyatrosu, konularındaki zaman dışı özellikleri ortaya çıkarmaya önem verir. İnsanı oyunlaştırırken sonsuz insansal denilen şeyi göz önünde tutar. Konu, varlığı sağlanan ‘genel’ durumlarda insanı her çağın, her ırkın insanı, kısacası salt insan olarak gösterecek biçimde düzenlenir.” (Bertolt Brecht, Hurda Alımı, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbul s.178)
Özdeşleşme ve kendi yaşamını unutma üzerine kurulu burjuva tiyatrosunu “uyuşturucu madde satıcılarına” benzeten Bertolt Brecht, ondan kimbilir kaç kat daha uyuşturucu ve yaşamımızın büyük zamanını çalan televizyon yayını için ne derdi acaba? Toplumsal yaşam o kadar hızlı değişti ki, görünümlerin başdöndürücü akışından kendimizi alıp temelde yatan nedenleri bir türlü göremez hale geldik. Bugünlerde, AKP’nin ileri demokrasisinde, sık sık adını andığımız Ray Brudbury’nin Fahrenheit 451 kitabı ve ondan Truffaut’nun yaptığı filmdeki, televizyonun uyuşturucu etkisinde robotlaşmış insanları, uzak geleceğe yönelik bir tasavvur olmaktan ne kadar çabuk çıktı. Bugün ceplere girmiş, sokaklara taşınmış tv’lerde her an her yerde ekranların bağımlısı insanlar, Truffaut’nun filmindeki gelecek tasarımını, geçmişte bırakmışa benzemiyor mu? Nedenselliklerin üstünü örten bir başdöndürücü görünüm akışı içinde sürüklenip gitmedeyiz.
“İnsanın insan üzerinde kurduğu müthiş baskı ve insanı korkunç kerte sömürmesi, savaş zamanındaki cinayetler, barış zamanındaki her çeşit iğrenç aşağılama sanki tüm yeryüzünde doğal bir görünüm kazanmıştır. Örnekse, insanın konu olduğu sömürü, birçok kişiye doğanın sömürülmesi kadar olağan gelmektedir; tarla ya da öküz gibi kabul edilmektedir insanlar. Pek çok insan için büyük savaşlar, tıpkı yer sarsıntıları gibidir; savaşlar sanki insanların değil de, yalnızca insanlığın önünde güçsüz kaldığı doğal güçlerin işiymişçesine... Belki de bize en doğal görünen olgu, hayatımızı kazanma biçimi; ‘Hasan’ın ‘Hüseyin’e bir parça sabun, küçük bir somun ekmek, kas gücü satma şeklidir. Burada, hiç kuşkulanmayalım, eşyaların büyük bir özgürlük içinde değiş-tokuş edilmesi söz konusudur yalnızca; gelgelelim, daha titiz bir inceleme, tıpkı çağın ilk günlerindeki korkunç deney gibi, bu değiş-tokuşun salt özgür insanlar arasında yapılmadığını, bazı insanların bunları da baskı altında tuttuğunu ortaya çıkarmaktadır.” (Bertolt Brecht, Hurda Alımı, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbul s. 61-62)
Yaratıcı düşünce madeni
Bertolt Brecht’i her okuyuşumda yepyeni düşünceler ve gözlemlerle karşılaşırım. Onun eleştirel yöntemi, sorgulayıcı bakış açısı, devrimci tavrı yapıtları içinde ölmez filizler oluşturmuştur. Büyük değişmeler karşısında eskimeyen ve capcanlı duran düşüncelerdir bunlar. Ne zaman bir konuda başım sıkışsa bir Brecht şiiri ya da oyununa başvurmak çıkış yolunu sağlayabilir.
Dilimden düşürmediğim bir şiirinde, “Bir gün gelecek, zaman bizim olacak, bizim” diyor. Zamanın bizim olması için çok çalışmak, daha çok insanla ortaklaşmak ve eleştirel bilinçle yola çıkmak gerekiyor.
Bugünlerde Bertolt Brecht’in Bütün Oyunları, sistemli bir derlemeyle yeniden yayımlanmaya başladı. Agora Kitaplığı yayınevi, dizinin ilk kitabını, Bertolt Brecht, Bütün Oyunları-1’i 2013’ün başında çıkardı. Yılmaz Onay’ın güzel çevirisiyle, yazarın 15 yaşında lisedeyken yazdığı “İncil” oyunuyla kitaba başlıyoruz. Her oyunu daha iyi anlamamızı sağlayacak, kılı kırk yararcasına hazırlanmış açıklamalar ve notlar metne eşlik ediyor. Bu dizi, kendi yaşamı ve yapıtları da sürekli eleştiri ve yeniden yazım süreçleri içeren yazarın bütün çalışmalarının kaydını tutmak gibi zor bir işe girişiyor. Örneğin, 1. Ciltte Brecht’in ilk oyunu “Baal”in 1919, 1922, 1926 yılı yazımları peş peşe yer alıyor. Bütün öteki oyunlar için de aynı yöntem uygulanıyor.
Brecht’in çalışma sürecinde oyunlarını sıklıkla yeniden yazdığı görülür. Daha çok Galilei oyunu için bilinen bu durum, yazarın, hem bilincindeki gelişmelerin verilerini yansıtır hem de yeni koşullarda eski yapıtının etkisini ve vurgularını yeniden ele alma gereği duymasından kaynaklanır.
İlk oyunu “Baal”, onun henüz Marksizmle tanışmadığı gençlik döneminin ürünüdür. Daha sonra onu Marksist bir bakış açısıyla yeniden yazma çabası başarısız olunca, 4 Mart 1939 tarihli güncesine şu notu düşer: “Asosyal Kötü Baal’in serüvenlerinden küçük öğreti oyunları çıkarmayı niçin bir türlü başaramadığımı ancak bugün kavradım: Asosyal olanlar hiçbir rol oynamıyorlar. Rol oynayanlar düpedüz üretim araçlarının ve başka hayat kaynaklarının mülkiyetini elinde tutanlar, işte asosyaller de yalnızca böyle varlar. Elbet onlara hizmet edenler ve hizmetkârlarının hizmetkârları da söz konusu, ama işte yalnızca böyle. İnsanlık düşmanının amentüsü de tam bu asosyal işleyişin varlığıdır, asosyal kişiliklerin varlığıdır.”[1] Zengin eleştirel notlarda “Baal”in ve öteki oyunların ilham kaynaklarını izleyebiliyoruz.
Brecht’in Bütün Oyunları dizisi bu özellikleriyle, yaratıcı düşünce filizleriyle dolu zengin bir kaynağı kütüphanemize kazandırıyor. Bir dipnottan, yeni kapıları açan bir anahtara kavuşmanın heyecanını duyuruyor. Daha önce Mitos-Boyut Yayınları’nın ciltli yayımladığı, pahalıya satılan Brecht’in Bütün Oyunları’nın, Agora basımında, karton kapaklı daha ucuz bir biçimin seçilmesi, yaygınlaşmasının da yolunu açıyor.
“Bir koltuğun bedeli karşılığında, A tipi dramaturgi seyircilerini büyük bir hünerle krallara, âşıklara, sınıf çatışmalarının militanlarına, kısacası, ne isterseniz ona dönüştürür. Ama, ertesi sabahın çiğ ışığında, o krallar tramvayları işletirler, o âşıklar karılarının ceplerine gündelik harcama için üç beş kuruş bir harçlık koyarlar, sınıf çatışmalarının militanlarıysa kendilerini sömürtmek için kuyruklara girerler. G tipi seyircileri oldukları gibi bırakır. Onlar da bu yoldan düşmanlarıyla bağlaşıklıklarını görürler.” (Bertolt Brecht, Hurda Alımı, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbul s.69)
En köklü eleştiri devrimdir
Brecht’in diyalektik tiyatrosunda “yabancılaştırma”, insanın kendini daha iyi görebilmesi ve anlayabilmesi için sahnede kurulan oyunun önemli araçlarından biridir. Yabancılaştırma, sorgulayıcı aklın uyanık tutulması ve eleştirel tutumun sürmesi için ortam yaratılmasıdır. “Şimdi, epik tiyatroya özgü öğelerden birine, yabancılaştırma etkisi olarak adlandırılan öğesine geliyoruz. Kısaca söylemek gerekirse, burada, oyunlaştırılacak insanlar arası olayların alışılmamış, açıklanması gereken olaylar olduğunun belirtilmesini ve seyircinin bu olayları doğal şeyler olarak kabul etmesinin önlenmesini sağlayacak bir teknik söz konusudur. Bu etkinin amacı, seyirciye, toplumsal açıdan, verimli bir eleştiride bulunabilme olanağını sağlamaktır.”[2]
Bertolt Brecht’in sanatında belirleyici kavram eleştiridir. Ne yazarsa yazsın, ekseninde, verili gerçekliğe yönelik,“toplumsal açıdan verimli” bir eleştiri vardır. Brecht’in eleştiri anlayışı, yalnızca gerçekliği görme ve göstermeyle yetinmez; asıl gerçeklik üzerinde değişim yapmakla eleştiri adını hak etmiş olur. Bunu “Hurda Alımı” adını verdiği, “hurda alımcısı” kişiliğinde kendini simgelediği, tiyatro ve sanat anlayışını ortaya koyduğu diyalogunda şöyle belirtir: “Zaten eleştiri, hurda alımcısında, olup bitenleri değiştirmek için harekete geçirilecek pratik önlemlerden başka bir şey değildi. Nehirlerin akışından, meyvelerin tadından yakınmak, hurda alımcısı için çalışmanın bir bölümüydü daha şimdiden ve bir araya topluyordu bu yakınmaları; çalışmanın öbür bölümüyse nehirlerin önüne set çekmeye, meyve ağaçlarını geliştirmeye yönelikti. Pratik bir şeydi eleştirisi, dolayısıyla kopmazcasına duyguya bağlanmıştı; (...).”[3] Eleştiri, mutlaka ve mutlaka hayatı dönüştürmek içindir. Öyleyse en büyük eleştiri yapıtları, toplumları geleceğe taşıyan devrimlerdir. Tiyatro da bunun hizmetinde olmalıydı. Hayatı değiştirecek insana kendini ve toplumu daha iyi kavramasını sağlayacak pencereler açmalıydı. Bunun için olağan her şeye, ilk kez oluyormuş gibi şaşırarak ve sorgulayarak bakmak gerekiyordu. Geleneksel tiyatro ise olağanüstüyü olağanlaştırıyor, seyirciyi sahte bir özdeşleşme içinde yanılsamaya sürüklüyordu. Diyalektik tiyatro olağan içindeki olağanüstüyü göstermeyi ve seyirciyi uyandırmayı amaçlıyordu. Sıradan sömürünün nasıl olağanüstü ve insanlıkdışı bir haksızlık üzerine kurulduğunu göstermek Brecht’in sanatının temel amacıydı. Didaktik ve yararcıydı. “Danimarkalı işçi oyunculara gözlem sanatı üstüne sesleniş” şiirinde şöyle der:
“(…) insan bilgisi olmaksızın / Sınıfınızın kavgasını nasıl vereceksiniz? Bilgiye / Dört elle sarılmış görüyorum sizi, en iyilerinizi, gözlemi doğrultan / Bilgiye ve yeni bilgi doğuran gözleme / İstekle sarılmış. Çoğunuz, insanca birlikte yaşamanın yasalarını / İncelemektesiniz, sınıfınız, kendi güçlüklerini / Ve böylece tüm insanlığın güçlüklerini yenmeye yönelmiş. / İşte sizler, işçilerin oyuncuları da / Çağımız insanının tüm kavgalarında, öğrenerek ve öğreterek / Kendi sanatınızla alabilirsiniz yerinizi ve bu yolla / Öğrenmenin ciddiyeti, bilmenin keyfi içinde / Yardımcı olabilirsiniz / Kavga deneyiminin ortak birikim ve adaletin vazgeçilmez bir tutku / Olmasına.”[4]
Eleştiriyle ilgili şunları da söyler: “Eleştiri, bunu iyi aklınızda tutun, kökenini bunalımlardan alır ve bu bunalımları artırır.”[5] Bunalım çağları, bu nedenle eleştirinin doruğa çıktığı çağlardır. Eleştirinin yargısı önünde yenilen tarihsel güçler yıkılıp giderler ve yeni, geleceğin güçleri bunalımı aşarak dünyaya yerleşirler. Brecht’in eleştirisi de emperyalist savaşların insanlığı sürüklediği büyük bunalım çağının içinden çıkmıştır. Dönemin şiddetini içinde taşır. Her oyun sahnesinde ya da kitap sayfasında bu bunalımın aşılması için gerekli çözümleri ortaya koymaya çalışan eleştirinin keskin soluğu duyulur. Başarılı bir eleştiri, tarihsel ve toplumsal koşulların bütünlüklü kavrayışı üstünde temellenir.“Gerçek bir kavrayışla gerçek bir eleştiri, ancak özelle genelin –duruma göre değişik şekillerde gerçekleşen, özelin genelle olan ilişkisi gibi- kavranılmış ve eleştirilmiş olmasıyla mümkündür.”[6] Brecht’in anlatımcı tiyatrosu özelin genelle, güncelin tarihselle bağını günışığına çıkarmaya çalışır.
“Karanlık sezgileri, bilinçaltının bilgilerini, sınırsız duygulanımları vb’ni açıklamakla sorumlu duyumsamıyoruz kendimizi. Öte yandan yeni görevimizin bizden beklediği, kuşkusuz, insanlar arasında geçen olayları istenilen yoğunlukta, taşıdıkları tüm çelişmelerle, elimizde olan ya da olmayan yönleriyle sunmaktır. Toplumun olmayan hiçbir şey yoktur. Açıkça belirlenmiş, önlenebilir öğeleri; karanlık, önlenemez öğelerle olan ilişkilerinde sunmalıyız; dolayısıyla tiyatoramızda bunun yeri vardır.” (Bertolt Brecht, Hurda Alımı, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbul s.104)
Bunu bir eşek bile anlar
Brecht kapitalist sistemin ürünü savaşlar içinde, faşizmin kıyımları içinde, “karanlık zamanlar”da, yaşar ve yazarken, bu tarihi değiştirecek bir savaşın aracı olarak görür tiyatroyu. Eğer sanat insanlığın kurtuluşu için savaşanların safında, içinde, bilincinde değilse, bu, geçersiz bir sanattır. Eleştiri gibi, savaş da Brecht’te özel bir anlam taşır. Brecht sıradan bir savaş karşıtı değildir, tersine savaşçıdır; savaşın koşullarını ortadan kaldıracak, insanlığı barışa kavuşturacak bir savaştan yanadır. Egemenlerin savaşının gerekçelendirildiği palavraları yerlebir eder. Savaşın altında yatan çıkarları, iktisadi yağmayı görmemizi sağlar.
İnsana bakışı fazla mı iyimserdir? Yaşamının değişik dönemlerinde çizdiği insan karakterlerine bakarsak zaman zaman iyimserliğinin azaldığını söyleyebiliriz. “Adam Adamdır” oyunundaki kişiliği bir giysi gibi soyulan ve başka bir giysiyle yeni bir kişiliğe çevrilen işçi Galy Gay, pek iyimser bir insan tasarımı değildir. Brecht, insan kişiliğini toplumsal ilişkilerinin ürünü olarak gören Marx’ı izler. Toplumsal ilişkilerin belirlediği insanı değiştirmek için, temelinde barışçı ve dayanışmacı ilişkilerin olduğu bir toplum kurmak gerekir. Bu gerekliliği görmezden gelen, temellere inmeyen eleştirilere, tiyatroda boş laf çevirmelerine karşıdır.
Tiyatro dili, bütün bunları izleyiciye anlatmak için alabildiğine açık ve dolaysızdır. İşçi sınıfına bilinç götürmek için, somut ve anlaşılır bir dille yazar. Dilimize çevrilen, pek de güvenilir olmayan kısa bir Brecht biyografisinin yazarı Marianne Kesting’e inanacak olursak, Danimarka’da Svendborg’da kaldığı evin yanındaki “Bir ahır badanalanarak içinde Brecht’e bir çalışma odası düzenlendi. Kapının üstünde bir tabela asılıydı: Gerçek somuttur. Walter Benjamin’in anlattığına göre, yazılarının ve düşüncelerinin bir simgesi olarak odanın ortasındaki bir eşeğin boynundaki pusulada şunlar yazılıydı: Ben de anlamalıyım. Duvarların bitişiğinde üzerleri kâğıt yığınlarıyla dolu uzun masalar duruyordu.”[7] Çeviriden “odanın ortasında”, boynunda pusula taşıyan eşeğin ne mene bir eşek olduğunu anlamasak da, Brecht’in temel derdini görebiliyoruz: Gerçeği bir eşeğin bile anlayabileceği açıklıkta ve somutlukta sahneye koymak.
Brecht’in yönteminin merkezinde yer alan öğelerden biri de tarih bilincidir. Sahnedeki gündelik olaylar, tarihin parçası olarak kavranmalıdır. Tarih bilinciyle bakılınca her şey toplumsal anlamını daha iyi ortaya koyacaktır. “Süreçler tarihselleştirilmiş ve toplumsal ortamın koşullandırmasına bağlı kılınmıştır. Birinci işlem, özellikle şu andaki süreçler için geçerlidir elbette: şimdi varolan her zaman varolmamıştır ve her zaman varolmayacaktır. İkinci işlem, göz önünde bulundurulan çağın toplumsal düzenini sürekli olarak bir tartışma konusu yapar ve tartışmaya açık tutar.”[8] İnsanı koşullarını değiştirmek için harekete geçmeye zorlayan bilinç tarih bilincidir. Brecht’in “karanlık zamanlar”ını aratmayan bugünün koşullarında büyük insanlığın ihtiyaç duyduğu bilinç.
Brecht “Hurda Alımı”ndaki Filozof’a şunu söyletir: “Cellâtların ortadan kaldırılması, ancak, yeterli sayıda insanın acılarla tehlikelerin nedenlerini bildiği, her şeyin nasıl olup bittiğini ve cellâtları ortadan kaldırmak için hangi yöntemlerin kullanılması gerektiğini öğrendiği zaman mümkün olacaktır. Dolayısıyla, önemli olan, bu bilgiyi en fazla sayıda insana aktarmaktır. Nasıl becerilmeye çalışılırsa çalışılsın, kolay bir iş değildir bu.”[9] Cep telefonu ve internet çağında, televizyon ve gazetelerin cellatların denetiminde olduğu bir toplumda, eğitimin insana 4 takla attırdığı bir ülkede bu zorluk daha da katmerlenmiştir. Bu zorluğu aşmada Brecht’in eseri katkıda bulunmaya devam ediyor hâlâ…
BRECHT DER Kİ…
“Zavallı küçük burjuva, tarihte, her zaman aynı nedenleri saptar o: kendininkileri... Öğleden sonra kahve içer insan, tabiî karısını kıskanır, kuşkusuz meslek edinmek ister; eh, işte bütün bunlarda az ya da çok, genellikle pek az ama, başarı kazanır. “İnsan değişmez’ der ve yirmi yıl öncesine göre karısına daha sevimsiz görünüyorsa, işte bir saptayış, erkekler karılarına her zaman, yirmi beş yaşına oranla elli beşinde daha sevimsiz görünmüşlerdir, ‘Aşk, her çağda var olmuştur’ der, bu sözün altında geçmişte nelerin saklanmış olduğunu, bu sözle eskiden beri neyin gerçekleştirilmiş olduğunu görmeye niyeti yoktur.” (Bertolt Brecht, Hurda Alımı, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbuls. 107-108)“Pek çok sanatçı, sanat güçleriyle, dünyayla ilgili şeyler konusunda seyirciyi sağır ve kör kılmayı başarıyordu: Weigel kendisinden daha çok şey gören ve daha çok şey duyan seyirciler elde etmeyi başardı.” (s.152)
Eğlence gereksinmelerini geçim gereksinmelerinden ayırmak yapay bir ayrım yapmak demektir; eğlence (kaçma gereksinimini doyuran gereksinim) geçim gereksinimi için sürekli bir tehlike oluşturur, çünkü seyirciyi yabancı bir dünyada, diyelim hiçbir yere götürmez, yalnızca şekil değiştirmiş bir dünyaya götürür onu; basit birer gezinti olarak kabul ettiği bu başıboş, serserice dolaşmalarını seyirci gerçek yaşamda ödeyecektir. Düşmanla ceza görmeksizin özdeşleşilmez, özdeşleyim izler bırakır, sizi kendinizin öz düşmanı haline dönüştürür. Eşdeğerli şeyler gereksinimi doyurur, vücudu zehirler, seyirciler aynı anda hem kendilerinden kaçmayı, hem de yeniden kendilerine dönmeyi arzularlar, ve günlük savaşın varlığıyla bu iki arzuyu aynı anda içlerinde taşımaya zorlanırlar. (s. 211-212)
[1]Bertolt Brecht, Bütün Oyunları-1, s. 190, Çeviren: Yılmaz Onay, Agora Kitaplığı, 2013, İstanbul.
[2] Bertolt Brecht, Hurda Alımı, s. 81, Çeviren: Yaşar İlksavaş, 1977, İstanbul.
[3]Age, s. 165-166.
[4]BertoltBrecht, Bütün Şiirleri -2, s. 248, Çeviren: Yılmaz Onay, Mitos-Boyut Yayınları, 2002, İstanbul.
[5]BertoltBrecht, Hurda Alımı, s. 190.
[6] Age, s. 193.
[7]Marianne Kesting, Brecht, s. 66, Çevirenler: Veysel Atayman-Zeynep Özkan, 1985, İstanbul.
[8] Hurda Alımı, s. 214.
[9] Age, s. 43-44.
B. Sadık Albayrak
22 Mayıs 2021 Cumartesi | 454 Görüntülenme
İlgili Kategori: Eleştiri