İlk Mimarlık Tarihçilerinden Afife Batur

İlk Mimarlık Tarihçilerinden Afife Batur - Dilek Alp

Çiçekleri düşünen yok!

Balıkları düşünen yok! İnanmak isteyen yok,

 Bahçe ölüyor!

       Füruğ Ferruhzad

 

 “Mimarlık ve Kadın Kimliği” adlı kitabı incelerken, kadın mimarlar için cinsiyetçiliği doruk noktada yaşadığımız meslek alanımızda, bu serüveni başka gözlerden de okudum. Burnumun direği sızladı denir ya, öyle… Bir mesleği icra edebilmek için her alanda savaş vermekti aslında sabırla yaptığımız. Her çıkış aslında devrim niteliği taşıyan bir adım kadınlara göre. Erkek egemen mimarlıkta kadın dokunuşunun büyüsel gücü toplumu hep korkuttu yüzyıllar boyunca, diğer mesleklerde olduğu gibi. 2014 yılı Nisan ayında “İstanbul’da Art Nouveau Mimarlığı” Konferansında Afife Batur’u dinleme şansım oldu. Mesleğinde seçkin oluşu, kadın oluşu ve ani çıkışlarının ruhumu ateşlemesi unutulmazdı. “Art Nouveau” akımının Osmanlı’dan günümüze yansımasını anlatırken tarih dersinin yanında muazzam bir felsefe yarattı hafızalarımızda. Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin kullanıldığı bir sanat akımı değildi sadece Art Nouveau; tarihsel bir süreçti, belki bir kasırga… Çünkü farklı bir dokuya sahip, burjuva tarzı, dediğimiz mekânlar oluşurken kadınlar da toplumda ön plana çıkmaya başlamışlardı.

Afife Batur, İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden 1959 yılında mezun oldu. Fakültede Mimarlık Tarihi Kürsüsünde asistan olarak başladığı akademik kariyerinde "Osmanlı Camilerinde Kemer/ Strüktür-Biçim İlişkisi Üzerine Bir Deneme (1300-1730)" konulu tezi ile doktor, "Osmanlı Camilerinde Eğrisel Örtüler/ Strüktür-Biçim İlişkisi" başlıklı tezi ile doçent ve "İstanbul Metrosu ve Tüp Geçişi Güzergâh Bölgelerinin Arkeolojik ve Mimari Etüdü" konulu araştırması ile profesör unvanlarını aldı. Mesleki konuda sayısız kaynak kitapları basıldı. Her zaman öğrencileri ile birlikteydi; çalışmayı, okumayı, araştırmayı ve yazmayı hiç bırakmadı. Öğrencilerinin bakış açılarını anlamaya çalışır, geniş pencereden bakmaları için yaratıcı fikirler sunardı. “Kurumsal Mimarlık” kavramını oturtmuş, “Yerel Mimari” konusunda çığır açmıştı. Yaptığı araştırmalarla Art Nouveau, Ampir, neo-klasik, neo-barok gibi birçok mimari stili ülkemiz üniversitelerinin literatürüne kattı. Geçmişi çok iyi bilen fakat günümüzün mimari stilleriyle bağ kurabilen nadir mimarlarımızdandır. Eserleri, mimari alanda geleceğe yön verecektir.

Geç Dönem Osmanlı Mimarisi Araştırmaları

İTÜ Mimarlık Tarihi kürsüsünün kurulması için çaba göstermiş, bu alandaki katkısıyla kendi döneminde yeni bir stil yaratmıştır. Usta mimar Doğan Kuban ekolü ile mimari stil anlayışının bağdaşması ülkemize çok sayıda unutulmaz eser kazandırılmasında verimli çalışmalara zemin hazırlamıştır. Araştırmaları ve felsefi yaklaşımları ile “biçimler tarihinin” ötesinde daha derin ve daha geniş bir perspektif sunmuştur. O döneme dek üniversitelerde mimarlık tarihi eğitimi veriliyordu; ama okutulanlar ağırlıklı olarak biçime, biçim analizine ve sınıflandırmasına yönelikti. Toplumsal bağlamda değerlendirilmesi, düşünsel akımlar bağlamında öneriler getirilmesi ve onlara sosyokültürel bir içerik kazandırması bu döneme denk gelmiş ve Afife Batur tarafından ekol haline getirilmiştir. Yaptığı araştırmalar sırasında onu en çok şaşırtan şey, İstanbul'u oluşturan mimari birikimin neredeyse yarısını oluşturan 18. ve 19. Yüzyılda inşa edilen yapıların yok sayılmasıydı. Buna "Dejenerasyon" diyordu kısaca. Ama “dejenere olmak” için bile bir felsefi dayanak lazımdı. Bu hiçbir zaman gereğince düşünülmemişti. Afife Batur, o dönemin mimarisini strüktürel anlamda çözümleme çabasındaydı. Daha önce kimse tarafından bu konuyla ilgili bir çalışma yapılmamıştı. Bu eksiği kapatmak için “Geç Dönem Osmanlı Mimarlığı” üzerine çalışmalar yapmaya başladı. İlk çalışmasını, “yozlaşma sisteminin” izlerinin görülmeye başlandığı Lale Devri üzerine yaptığı sıralarda, İstanbul'a Amerikalı bir hoca gelmiş, Batur onun asistanlığını yapmaya başlamıştı. İstanbul'un Antik dönemden, günümüze dek uzanan tarihi yapılarını incelerken Beşiktaş'taki Şeyh Zafir Türbesi dikkatini çekti. Sonra İstanbul'daki 8-10 tane Art Nouveau yapıyı tanıtan ilk derlemelerini yaptı. Bu adım onu Art Nouveau'ya yöneltti. Böylece Lale Devri üzerinde çalışmakta olduğu sırada dikkati Art Nouveau'ya sıçradı. Art Nouveau'nun, Osmanlı mimarlığının geç dönemiyle olan tarihsel bağlarını araştırmaya girişti. Art Nouveau’nun her ülkede kendine özgü bir model ortaya çıkardığını ve İstanbul'un da değişken bir modeli olduğunu fark etti. O modelin Osmanlı geç dönem mimarisi ile olan bağlarını birer birer keşfetmeye girişti.

Afife Batur, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi yayına hazırlanırken yayın kurulunda 170'den fazla madde yazdı. Bu çalışma onun için verimli bir yol oldu.

Ömrünün sonuna kadar mimar Doğan Kuban’ın manevi asistanlığını yaptı. Bir dönem Mimar Paolo Verzone ile İtalya’da beraber çalıştılar. Batur, onun kurucusu olduğu Politecnico di Torino'da çalıştı.

Mimarlık Tarihçisi

Ona göre, mimar olan mimarlık tarihçileri sadece biçimsel kurguya değil, strüktürel kurguya, inşai kurguya hatta maliyet, mal sahibi-mimar ilişkisini, kent-yapı ilişkisini göz önünde bulundurarak çok mimari yapıtı bağlantılı bir yaklaşımla incelerlerdi. Mimarın ilişkide olduğu çoğul ortamın bir ürünü olarak bakarlardı mimari yapıta. “Tarihçinin bakışı da çok önemliydi ama mimar olmadan tarihçi perspektifi ile bakıldığında, tarihi olguların perspektifine çekiliyordu: Şehircilik, arsa sorunları, topografyası, zeminin sağlamlığı vb. Mimar-tarihçinin bakışı daha bir farklıdır” diyordu her zaman. Ona göre, mimarlık tarihinin önemli bir evrim modeli vardı. İlk insanların yerleşme modellerinden başlayarak günümüze kadar süren evrilmeyi incelediğiniz zaman; bir yapının tasarımının, inşasının, anlatılmasının ve kurgusunun kendi içinde geçirdiği evreleri öğrenebileceğimiz ve o kurgu sistematiğinin bizim kurgu sistematiğimizi de zenginleştireceği bir modeldi bu. Diyelim ki Mimar Sinan geldi Ayasofya'yı gördü; bir mimarlık tarihi dersiydi onun için besbelli. Ya da öteki kiliseleri gördü; bir mimar olarak istediği kadar dindar olsun, kiliselerden çok şeyler öğrenmiştir. Bir mimar olup da Küçük Ayasofya'nın strüktürünü anlamaya çalışmamış birisi kalkıp Selimiye'yi yapamazdı. Mimar durup dururken 6-8 destekli bina yapayım demez. Denemeye girişir ama o girişimin bir uyarıcısı vardır. Sonra ona yapının eksiklerinin tamamlanması duygusu hakim olur. Bir uyarandır o, ilham kaynağıdır.

Cumhuriyet dönemi mimarisi, Osmanlı mimarlığından kopuk bir mimari değildir. 1914'de bina yapanlar, 1920'de de 1925'de de bina yaptılar. Mimarlık öyle bir şey ki, sadece bize özgü değil, devingendir ve icat etmeye, kendini yenilemeye yatkındır veya mecburdur. Hiçbir mimar kendinden önceki mimarı taklit etmeye girişmez. Her mimar kendinden öncekini bilmeyebilir, eserlerine, stiline yüzeyden bakıyor olabilir. Yine de yeni bir şeyler yapmak ister. Önemli ve büyük mimar dediğimiz kişiler kendinden öncekileri bilen ve onu aşması gerektiğinin bilincinde olan kişilerdir.

Cumhuriyet Kuşağı

Osmanlı Devleti'nin özellikle son dönemlerinde Osmanlı mimarisinde yabancı kökenli mimarlar ağırlıktaydı. Yavaş yavaş mühendishane ve sonra Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulmasıyla 19. yüzyıl biterken Türkiyeli mimarlar da gün yüzüne çıkmaya başladılar. 1914'lere gelene kadar sağlam bir kadro vardı. Sadece mimari kadro değil, işçi ve usta kadrosu, kalfa kadrosu da çok sağlamdı. Bunların büyük çoğunluğu da Ermeni ve Rumdu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'daki yapılar inşa edilirken çok büyük usta ve kalfa sıkıntısı çekiliyordu. Yapı usta okullarının alelacele kurulmasının, geliştirilmesinin nedenlerinden biri budur. Mimar sayısı da çok azdı. Levantenler, yabancı mimarlar, Osmanlı devletinin sonu ile birlikte ülkelerine döndüklerinden veya İstanbul'da kalsalar bile Ankara'ya gitmediklerinden devlet mecburen Türk mimar çalıştırmak zorundaydı. Toplasan en fazla 10 tane mimar vardı, bu sayı yeni bir başkentin kuruluşu için yeterli sayılmazdı.

Mimarlık, ilginiz olsun ya da olmasın, hayatınızın merkezinde yer alan en etkin sanatlardan biridir. Uyuduğunuz, yemek yediğiniz, kitap okuduğunuz, müzik dinlediğiniz, film izlediğiniz, çalıştığınız kısacası gün içinde eylemde bulunduğunuz tüm mekânlar mimarlığın birer parçasıdır/ ürünüdür. Sokağa çıktığınızda bir yerden bir yere ulaşmak için bile yapılaşmış olan kentin bir parçasına tanıklık edersiniz. Mimarlık, deneyimlerken hepimizin bir o kadar içinde olduğu ancak tasarım sürecinde de bir o kadar dışında kaldığımız bir sanattır. Yapılaşmış ve yapılaşmakta olan kentlerde tasarımları hayata geçen, kentin geçmişini iyi anlamış, geleceği hakkında fikir sunabilecek mimarlar bu noktada çok önemlidirler. Afife Batur gibi mimarların tasarımında etkin yer aldıkları kentlerde yaşamak bir şanstır.

Afife Batur, Cumhuriyetin ilk kuşaklarındandır; işini toplumsal sorumlulukla yapan kuşaklardır onlar. 16 Aralık 2018’de dünyamızdan göçen Afife Batur yeri doldurulamayacak, çalışma anlayışı kolay kolay tekrar canlandırılamayacak değerlerimizden biriydi. Bıraktıkları kuşaktan kuşağa taşınacaktır. Ortaya koyduğu yapıtlar ile adını mimarlık tarihine yazdırmıştır. Umuyorum ki, mimarlığa kazandırdığı farklı bakış açısı ile özellikle kadınlara ilham vermeyi sürdürür ve hemcinslerinin bu meslekte artması için bir vesile olur…

Dilek Alp

25 Temmuz 2021 Pazar | 693 Görüntülenme

İlgili Kategori: Köprü

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler

Bu İçerikler de İlginizi Çekebilir