Uyanan Güzel’de Umut ve Umutla Uyutulmak

Uyanan Güzel’de Umut ve Umutla Uyutulmak - U. Günel

2017 yılının sonlarında Jale Sancak’ın konuk olduğu bir etkinliğe katılmıştım. Etkinlik süresince birkaç sayfa not almıştım ama diğer okumalarım nedeniyle bu notları Belki Yarın bağlamında derinlemesine düşünme fırsatım olmamıştı. Birbirinden karamsar ve umutsuz öykülerin yer aldığı Belki Yarın adlı kitabın üzerine gerçekleştirilen bu etkinlikten sonra açıkçası yazarın diğer kitaplarını okuma niyetim pek yoktu. Ta ki değerli yazar Ayşe Güren’in Uyanan Güzel romanı hakkında sosyal medya hesabından yayımladığı kısa bir değerlendirmesini okumama ve yazar Jale Sancak’ın bu romanına Attilâ İlhan Roman Ödülü verilene kadar.

Ayşe Güren, “…söyleyecek çok şey var ama şimdilik bu kadarı yetsin,” notuyla şubat ayında yazdığı değerlendirmeyi, ödül nedeniyle yeniden yayımlıyor: “Jale Sancak'tan Uyanan Güzel... Menopoza giren bir kadına sev, seviş, git resim yap, kitap oku, uyan... diyor kitap. Açıkçası başka da bir şey demiyor. Bir romandan beklediğimiz derinliğin yanından bile geçmiyor. Hâlbuki karakterler bir çağı, bir meseleyi uzun uzadıya edebi bir formda anlatmaya öyle müsait ki... Felçli, aksi, ihbarcı bir baba; annesiz babasız bir militan çevreci yeğen; Bosna savaşında bacağını yitirmiş, buralarda protez bacak yaptırmak için şarkı söyleyen bir sevgili adayı; acılı bir geçmiş... Ana karakter Vahide, menopoza beş kala kendini bulmaya çalışıyor... Bu mesele yüklü karakter bolluğundan etli butlu bir roman çıkacağını düşünüyoruz ama ayaküstü okunacak, neredeyse dizi film duyarlılığıyla yazılmış bir roman çıkıyor. Ne özlediğimiz felçli (ya da hasta) bakımı ile kadın ilişkisi; ne aksi baba ve kız çocuğu ilişkisi; ne etraflı bir kadın cinselliği araştırması; ne şehir ve insan ilişkisi... Her şeye dokunuluyor ama yoğunlaşılmıyor. Yüzeysel bir kadın meseleleri kitabı.”

Noktasına virgülüne dokunmadan alıntıladığım bu değerlendirmeye noktasından virgülüne kadar katılıyorum ve yaklaşık bir yıl önce katıldığım Jale Sancak söyleşisinde aldığım notlara dönüyorum. Jale Sancak şiirle ilgilenmeye ve yazmaya başladığında Attilâ İlhan’dan epey etkilendiğini, hatta yazarken ona öykündüğünü belirtiyor bu söyleşide. Yıllar önce Attilâ İlhan’a öykünerek başladığı edebiyat yolculuğuna Attilâ İlhan Roman Ödülüyle umutlu adımlarla devam ediyor. Herkes için geçerli değil bu umut. Özellikle de yukarıda sözünü ettiğim Belki Yarın kitabında yer alan öykülerdeki karakterler için. “Umutsuzluğu anlatmaktan yanayım. Karamsar bir yazarım. Umuttan yana olmamız gerekiyor aslında ama boş umutlar beni ilgilendirmez,”[*] diyor aynı söyleşide yazar. Şöyle bir yöntem belirlemiş kendisine: “Umutsuzluğu görüp oradan çıkmak isteriz. Umutsuzluk daha kışkırtıcı bir etki yaratabilir düşüncesiyle… (…) yarın her zaman umut falan değildir. (Yazar) umudu söylemek zorunda değil. Tıpkı hayattaki gibi olsun istedim.”*

Yazarın, yapıtlarında hep umutlu şeyler yazması gerektiğini düşünmüyorum ama umut kadar umutsuzluğun da mutlaklaştırılmasına karşıyım. Notlarımı tekrar okurken Fethi Naci’nin şu sözleri aklıma geliyor: “Mesele, ‘en kötüyü, en hazini, en dertliyi’ anlatmak meselesi değildir; mesele, ‘en kötüye, en hazine, en dertliye’ bakış meselesidir, yani yazarın gerçeğe bakışı, gerçeğe nüfuz etmesi meselesidir. Çünkü acıyı dile getirmek başka şeydir, karamsar olmak başka şey.”[1]

Ne denli umutsuz karakterler ve öyküler de yazsa Jale Sancak’ın öykülerinde, günümüz öykücülerinde, hatta çoğu zaman medyada bile göremediğimiz yaşam gerçeklerini görüyoruz. “Boğulan Suriyeli bir çocuğu ya da Ermeni katlini yazmak bellek oluşturmak için yeterli mi?” sorusuna, “Dünya görüşünüzle ilgili… Ermenilerden nefret ediyorsanız, ırkçıysanız, oradan bakıyorsanız bu öykülerin hiçbir karşılığı yok. Gene de taze tutulması, unutulmaması için bunların yazılması yararlı. Gazeteler ya da medya bu konulara değiyor ama çarpmıyor, vurmuyor.”*

Uyanmak Her Zaman Umut mudur?

Uyanan Güzel romanında ise Belki Yarın’dan farklı olarak ve ilginçtir, umut var. Bu umut, bireyi (romanda Vahide ve belki de Deniz’i) olumsuzdan olumlu bir yaşama doğru değiştiren, bir anlamda bireyin kendi gelişimini ortaya koyan bir umut olması dolayısıyla aynı zamanda bir bildungsroman (oluşum romanı) örneğini ortaya çıkarıyor. Vahide’nin oluşum sürecinde karşısına çıkan olumsuzluklar, uyumsuzluklar, çatışmalar ya da yenilgiler, onun olgunluğa ya da gelişimine, toplumla uyumuna erişmesi yolunda bir aşama olabilir ve bu yolun sonunda kendi kişiliğini bulabilir. Bu değişim, gelişim ya da oluşum olumluya doğru gidiyor görünse bile –hiç değilse Vahide için olumluya gidiyor diyebiliriz- Deniz için pek öyle değil. Kitabı okuyanlar tam tersini düşünüp, “hayır, Deniz için de olumluya gidiyor, sevgilisi Arda’yla buluşuyorlar,” diyebilirler. Vahide yaşı, yaşanmışlıkları, bakmak zorunda olduğu felçli babası Azim Bey ve diğer nedenler dolayısıyla gidebileceği en olumlu yöne gidiyor. Resim yapıyor, kitap okuyor, ne denli umutsuzca bir aşk olsa da âşık oluyor, sevişiyor…

Deniz ise genç yaşı, politik duruşu, şikâyetleri, heyecanları, teyzesi Vahide’nin onunla paylaştığı anıları ve yakınındakilerin geçmişte içerisinde bulundukları siyasi olaylar nedeniyle çok daha cesur, eylemci, tam anlamıyla bir Deniz (Gezmiş) karakteri olacakmış gibi hissettirilmesine karşın gerçek ve derinlikli bir karakter olamıyor. Roman boyunca Deniz’in iç dünyasını, çatışmalarını göremiyoruz. Bunun nedeni Vahide’nin onu da, babası Azim Bey’in ihbarı sonucu kaybettiği sevgilisi Sedat gibi kaybetme korkusundan ötürü apolitikleştirmeye çalışması, sıklıkla uyarılarda bulunması, engellemeye çalışması gibi gözükse de, hiç de öyle değil. Deniz’i, “gerçek Deniz” yapmayan yazarın kendisi, yani Jale Sancak! Deniz’in de deyişiyle, “hep böyle ondan az, şundan biraz hallerimiz.” (s.50) Roman boyunca her şeyden biraz var; Deniz’in arkadaşlarıyla, teyzesiyle konuşmalarında dile getirdiği düzen eleştirileri de yüzeysel kalıyor, derinleştirilmiyor.

Vahide, elbisesini diktiği dizi oyuncusu Melis’le tanıştırmak istiyor Deniz’i. Deniz tanışacakları gün, Melis hakkında şöyle düşünüyor: “Ne mene biri bakalım şu Melis! Dizinin adına bak, Aşkın Adresi. Yazabilir miyim bu tür şeyler, bilmem kaç kısım, bitmeyen sulu aşk, parası iyi diye, bayağı iyi diye hem de? İnanmadığım, aptalca bulduğum şeyleri yazabilir miyim? Seyirciyi pışpışlayıp uyutan…” (s.117) Jale Sancak da derinlikli olmaya çok uygun bir romanda, sistem eleştirisini ucundan gösterip, okuyucuyu günümüz televizyon dizilerindeki ergen aşk hikâyesine benzer bir hikâyeyle uyutuyor.

Romanın akıcılığının, bir çırpıda okunmasının nedeni derinlikli olmaması olduğu kadar yazarın kullandığı tekniğin başarısı da olabilir. Roman, Vahide’nin değişim süreci ekseninde monologlarla, bilinç akışı ya da anımsama tekniğinin başarılı kullanımıyla akıp gidiyor. Jale Sancak, ne anlattığından daha çok nasıl anlattığını önemseyen bir yazar. Akıcı dili ve sade kurgusuyla roman kendini rahatlıkla okutabilse de, bu durum karakterlerin ve meselelerin derinleşmesini sağlamıyor.

Burada bir yıl önceki söyleşiden aldığım notlara dönmem gerekiyor. Neden karamsarlık sorusuna, Jale Sancak’ın verdiği yanıt Uyanan Güzel için de bize yardımcı oluyor: “Söylemek istediklerimi öyküye alet ettim.”* Söylediklerimiz kadar söylemediklerimizden de sorumluyuz. Jale Sancak 181 sayfada yer vermediği, söylemek istemediği şeyleri başka bir söyleşide söyleyiveriyor: “Uyuyan güzel, uyanan güzele dönüştü’ diyor Deniz, teyzesi için.  (…) o kendine kapanık Vahide birtakım durumlar, olgular nedeniyle geç de olsa  uyanıyor, farkına varıyor,  korkularından sıyrılıp cesaretleniyor,  bir tutamak yaratıyor ve tutunmayı öğreniyor. Hatta roman biterken politize olmasına bir adım kalıyor diyebilirim. Sonrasında olduğuna emin olabilirsiniz, benim kuşkum yok.”[2]

Deniz direnişte gazdan etkilenip Ceren tarafından apar topar Vahide’nin dükkânına getiriliyor. Bu sahnenin apar topar, adeta sansürlenerek geçilip başka bir bölüme başlanmasını anlayamıyoruz. Son bölümde Vahide, Denizlerin katıldığı festivale gidiyor. Arda da diğer yönden Deniz’e doğru yürüyor. Deniz’in ikisinden de haberi yok. Deniz aşkına kavuşuyor.

Jale Sancak romanda politize edemediği ana karakteri Vahide’yi söyleşide politize etmeye çalışıyor. Politik olarak derinleştirilebilecek Deniz karakterini ise ergen aşkına kurban ediyor. Burada sorulması gereken soru şu: Politikleşmeye çok uygun karakterler olmasına karşın Deniz’i ve Vahide’yi apolitikleştiren nedenlerle Jale Sancak’ı romanı yazarken apolitikleştiren nedenler aynı olabilirler mi? “Yüzeysel politiğimiz Deniz” bunun yanıtını romanda vermiş görünüyor: “Hepimiz korkuyoruz Melis. Çağ, korku çağı.” (s.118)

Olmazsa olmazımız Doğan Hızlan’ın onursal başkanlığında toplanan, başkanlığını Selim İleri’nin yaptığı; Asuman Kafaoğlu Büke, Mehmet Eroğlu, Ülkü Karaosmanoğlu ve Ali Cem İlhan’ın yer aldığı seçici kurulun, Jale Sancak’ın Uyanan Güzel romanına 2018 Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü verme gerekçesi şöyle:

“Renkler, dokular ve seslerin anlatısında Jale Sancak, kayıp bir şehirde kıyamet öncesi umutsuzluğun nasıl aşk ile umuda dönüşebildiğini ve inancın sevgiyle yeniden yeşerttiği bir dünyayı anlatıyor.”[3]

Ödül seçici kurulunun açıklaması pek doğru değil. Uyanan Güzel romanında kıyamet öncesi umutsuzluk, aşk ile umuda falan dönüşmüyor. Sevgiyle dünya yeşermiyor. Romandaki ana karakter Vahide’nin yaşamının, aşk yaşamının kıpırdanması, dolayısıyla resim, kitap vb. şeylerle uğraşması onun kendi umudu. Yani dünya kirlenmeye, koca binalar dikilmeye, insanlar çürümeye, ezilenler daha çok ezilmeye, egemen güç baskı rejimine devam ediyor. Yazarın okura sunduğu karakterler okurda politik zeminde boy atacak bir roman okuyacağı duygusu uyandırırken, bu zemin, Vahide’nin duygusal gereksinimlerini karşılamak için apolitikleştiriliyor ve “toplumsal umut” ya da “çözümleme” romandan dışlanıyor. Apolitikleştirilen karakterlerle çürüme sürdürülüyor. Kitap başlangıçta iyi bir roman olma potansiyeli taşırken, sonrasında bir kişisel gelişim kitabına dönüşüyor. Jürinin ödül gerekçesi ise roman sanatına ilişkin hiçbir ölçüt taşımıyor. Aynı gerekçeyle pek çok roman, kişisel gelişim kitabı, televizyon dizisi de ödül alabilirdi.


[1] Fethi Naci, Edebiyatımız Karamsar mı?, İnsan Tükenmez, s.67-68, Adam Yayınları, 1997, İstanbul.

[2] http://songemidergisi.com/9184-2/

[3] https://www.kulturservisi.com/p/atilla-ilhan-roman-odulu-jale-sancak-ve-onur-caymazin/

[*] (*) işaretiyle alıntıladığım notların birçoğunu Jale Sancak’ın internette ve dergilerde yer alan diğer söyleşilerinde bulabilirsiniz.

U. Günel

18 Mayıs 2021 Salı | 313 Görüntülenme

İlgili Kategori: Eleştiri

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler