Çelikhanede

Çelikhanede  - Celal İlhan

Resim: İrfan Ertel

24 / 08 vardiyası.

Pano teknisyeniyim.

Bizler, bilek gücüyle değil parmak ucuyla çalışırız daha çok. Uzaktan piyano çalar gibi görünsek de ilgisi yoktur. Piyano sessizlik ister. Bizimki, bir gümbürtüdür gider.

Bu koşullarda kendinizle konuşabilirsiniz ancak.

Ateşle oynamak alnımıza mı yazılmış? Öyle görünüyor.

Yok, yanlış söyledim. Ateş bizimle oynuyor, doğrusu bu.

Bundan beteri, maden ocaklarında, yerin yedi kat altında ekmek aramak olmalı.

Kışları neyse de yazları çekilmiyor çelikhane.

İzabeci, bakımcı, vinççi ya da elektrikçi olmanız çok da önemli değil.

Çelikhane demek, ateş demektir en başta. Sonra toz ve gürültü gelir.

Burada yağmur yerine toz yağar. Gürültü ölçümü yapılabilir, kulaklık takılabilir ama takan kullanan birini görmedim. Öyle bir eğitim verilmemiştir.

Kimsenin aklına yirmi yıl sonra sağır olabileceği gelmez.

Bu hengâmenin içinde, her gün sekiz saat...

Rahmetli Ahmet Abi bizden farklı düşünen biriydi. Şu iki sözü çok dokunmuş, çok da doğru gelmişti bana.

“Biz, ocakta çalışanların (izabeciler), fırına sürülmüş ekmekten bir farkımız yoktur.”

“Terlemeden, yanmadan yaşayanlar güzel kadınlarla, biz çatal dilli ateşle dans ederiz.”

Doğru. Yanmadan, kavrulmadan, yeni gelen vardiyacı arkadaşlarınca son an da kurtarılır izabeciler.

İki yıl oluyor, Ahmet Abiyi kimse kurtaramamıştı. Bir anda alevler yutuverdi. Kavruldu kaldı gözümüzün önünde.

Kızını yemekhaneye bulaşıkçı olarak işe aldılar. Hepsi bu.   

Sekiz saat dayanmakla iş biter mi? Hayır. Her gün yeniden gireceksiniz o ateşe.

Çok değil yirmi - yirmi beş yıl yeter kurtulmanız için. O arada işinizi bitirmezse ateş.

Biz işçiler, 24 - 08 vardiyasına boşuna demiyoruz ‘sıfır’ vardiyası diye.

Beş gün süren bu vardiya dönemi bittiğinde takılırız bir birimize.

“Sıfırı tüketmişsin, hadi yine, işin iş.”

“Kim kimi tüketti, orası belli değil’, der öteki. Vardiya klasiğidir bu takılma.

Biraz önce devraldık vardiyayı. Bugün, sıfır vardiyasının son gecesi.

Tüketilmesi zor gecelerdendir.

Ocak, hurdayla doldurulmuş, hazır. Eritici elektrotları indirmekle başlayacağız işe.

Kumanda odasında üç kişiyiz. Arada dışarı çıksak da, daha çok cam bölmenin ardından izleriz olup biteni.

Şef, Emin Erçelik, ben pano teknisyeni Sadık Bayrak, yardımcım Tuncer Uçar.

Doğrusu biz, dışarıda çalışanlardan hayli korunaklı sayılırız. İki kişi de ocağın karşısında, ateşe dayanıklı giysileriyle, açıkta çalışır. Kumanda odasını, aletlerini ve bizi koruyan cam bölme, ark ocağından 7-8 metre uzaktadır. Cam en az iki santim kalınlığındadır, ocakta bomba patlasa (hurdanın içinde, patlamamış bir el bombası görülmemiş bir şey değildir), ruhu duymaz.

Sanki oyalanan varmış gibi Emin şef, “Haydi oyalanmayın, ateşleyin” diye gecenin ilk buyruğunu verdi.

Üç düğmeye bastım aynı anda. Binlerce volt enerji yüklü üç elektrot, içi ateş dolu üç yosma, oynaşının koynuna girer gibi kaydı ocağın içine. Elektrotların hurdaya dalışının, o yakıcı, doğurgan bütünleşmenin sesi geldi ardından. Kara bulutların bir birine girmesiyle önce ışıklar patlar, ardından gümbürtü kopar ya gökyüzünde. İşte öyle bir gümbürtü duyulur ilk dokunma anında.

Yalnız bizimkinin küçük bir farkı vardır şimşek çakmasından. İkisini, ateşle gümbürtüyü aynı anda görür ve duyarız.

Vuruşma burnumuzun dibindedir çünkü. Elektrotlar, önüne çıkan hurda metal parçalarını eriterek, ocağın derinliklerine indikçe, arada ani patlamalar olsa da ses, giderek azalır. Bir çeşit rahatlamadır bu. Dibi bulunmuştur ocağın, yarım saatlik eritme süreci tamamlanır, kulakları zorlayan gümbürtüler inlemeye dönüşür. Sevişme sonrası hal gibi gelir bana bu durum.

Çelik üreten yüksek fırınlara ve bizimkiler gibi ark ocaklarına neden ünlü kadınlarımızın adları verilir sanıyorsunuz? Ayşe’den Mevhibe’ye; halkın sevdiği, saydığı kadınlarımızın adlarını taşır ocaklarımız. Bereket tanrısı Kibele’nin adının neden bir ocağa verilmediğini hep merak etmişimdir…

Zaman kısıtlıymış, alınan siparişi on beş günde tamamlamak zorundaymışız. Çıkabilecek arızalar da içinde bu sürenin. Her vardiya, sekiz saat içinde ocağı dört kez devirmek, döküm almak zorundayız. İki saat de bir devirmesine deviririz de Allah yapısı değil ki bu meret. Küçük ya da büyük arıza yapacaktır mutlaka. Bizden önceki 16/24 vardiyası arızasız atlatmayı başarmış. Arızasız atlatılan her vardiya bir sonrakine devreder sorunu.

Saat 04 00. 100 tonluk hurda vinçlerinin tepemizde fır dönmesini saymazsak ortalık sakin.

Bu saatlerde gelenimiz gidenimiz azalır. Ateşimizle baş başa kalırız çelikhanede.

Celal İlhan

26 Mayıs 2021 Çarşamba | 344 Görüntülenme

İlgili Kategori: Öykü

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler