Aydın ve Gerçekçi Sanat Edebiyat Yoksa Kir’e Mahkûmuz Demekti

Aydın ve Gerçekçi Sanat Edebiyat Yoksa Kir’e Mahkûmuz Demekti - Mustafa Göksoy

Yalçın Küçük, B. Sadık Albayrak ve Taylan Kara’nın ortak kitabı Kir Teorisi, Şubat 2018’de Doğu Kitabevi yayınlarınca yayınlandı. İçinde yaşadığımız dünya ve toplumu tekellerin sömürüsü altında kültürel olarak çürümüş, kirlenmiş olarak ele alan kitabın ana konularından biri de “yeni ortaçağ” olarak adlandırılan büyük karanlık ve cahilleşme süreci. Bu süreci aydın-sızlaşma olarak tanımlayan kitapta, Türkiye’de neoliberal ideolojinin yaygınlaşması için çalışan meşhurların eleştirel portreleri yer alıyor. Murat Belge’den Ali Nesin’e, Nuray Mert’ten Gündüz Vassaf’a, İlber Ortaylı’dan Celal Şengör’e çok sayıda düzen teknokratının düşünce ve eyleminin sorgulandığı kitapta, edebiyatın yozlaşması, piyasanın bir rant aracına dönüştürülmesi de inceleniyor.

Günümüz Türkiye’sinin kültürel, sanatsal ve politik durumunu inceleyen, 2018’in önemli kitaplarından biri olan Kir Teorisi okurlarca ilgiyle karşılandı ve tartışıldı. Nitelikli dergilerde ve internet sitelerinde yayınlanan birkaç emek ürünü yazıyı ayrı tutarsak, özellikle sol çevrelerde “sessizlikle geçiştirildiğini” söyleyebiliriz.

Üç kuşağın eseri oluşuyla özgün bir ortak çalışma ortaya koyan kitabın yazarı ve yayına hazırlayıcısı B. Sadık Albayrak’la Kir Teorisi üzerine Mustafa Göksoy’un söyleşisini yayınlıyoruz. 

Üç Kuşağın Ortak Eseri

Mustafa Göksoy: Kir Teorisi’nin, bütünlüklü bir kurguyla, üç yazar kuşağını buluşturan ortak çalışma olduğu görülüyor. Sadık Hocam, ortak çalışmanın sizce önemi nedir?

B. Sadık Albayrak: Yalçın Küçük Hocamız, 08’li adlandırmayla söylersek 58 Kuşağı’ndan bir aydınımız. Aydın Üzerine Tezler’de tek bir aydın damlasının bile yok sayılmamasını amaçlayarak Türk aydınının 200 yıllık tarihini yazmıştı. 20. Yüzyılın ikinci yarısının ve 21. Yüzyılın bütün aydın mücadelelerinin içinde yer almış biridir. Yalçın Hocamızla, altbaşlığı “Tekeliyet’te Aydın ve Sanat-Edebiyat” olan bir ortak kitap hazırlamak bizim için olağanüstü bir duyguydu, onur vericiydi. Türk aydınının yaşayan en önemli temsilcisiyle aydın mücadelesini ve edebiyat, sanat kültürünü ele almış olduk. Taylan Kara ise 98 Kuşağı’ndan bir aydınımız. Ben arada yer alıyorum, 88’liyim. Bizim eleştiri çalışmamızda Yalçın Küçük Hocamızın ve onun kuşağının katkısı büyüktür. Aziz Çalışlar, Afşar Timuçin, 48 Kuşağı’ndan Sivas’ta yakılan Asım Bezirci bize eleştirel bakış açısı kazandıran hocalarımız oldu. Daha sonraki kuşaklardan faşistlerin katlettiği Bedrettin Cömert, 12 Eylül’ün sürgün ettiği, erken yaşta kaybettiğimiz Sargut Şölçün’ü de özellikle anmamız gerekir.

Bu kitapta, bizim yetişmemizde büyük katkısı olan Yalçın Hocamızla ortak bir çalışma yapmış olduk. Kir Teorisi’yle, bir bakıma, beş ciltlik büyük bir aydın tarihi ve ansiklopedisi olan Aydın Üzerine Tezler’in güncel cildini, ek cildini çıkarmış olduk. Bir farkla, Kir Teorisi’nde tarih yazımının serinkanlılığından çok eleştiri ve polemik heyecanı ağır basıyor. Çünkü artık tekeliyet düzeninde yaşıyoruz ve sanat edebiyat kültürünün çöküşü, çürüyüşü gibi, aydının da yokoluşu sürecindeyiz. Bu da bizi daha eleştirel, eleştiriyle de yetinmeyip daha teorik olmaya zorluyor. Çürüme içindekileri eleştirerek nasıl etkileyebiliriz. Bizim yazdıklarımızı okuyup karşı düşünce üretmek yerine küfür yeteneklerini sergiliyorlar. Kitapta adı geçmeyenlerden biri, Murat Belge ve Ali Nesin’le ilgili incelemelerden dolayı Taylan Kara’nın “itlaf” edilmesi gerektiğini yazdı. Çok açık ki, bunlarla ayrı dünyaların insanlarıyız. Her saniyesi sömürü ve insanlığın yıkımı demek olan bir düzenin şu ya da bu departmanında görev alan, pekişmesi için ideoloji üretenlerle eleştirel bir ilişkiye girmek mümkün değildir. Artık bunun incelenmesi ve teorisinin yapılması gerekiyor. Nesnel koşulları, çürümeyi doğuran ilişkiler, insan yaratıcılığını sanatı edebiyatı, bilimi yozlaştıran süreçler ve bunun belirleyicileri açığa çıkartılmalıdır. Kir Teorisi, bu gerekliliğin ürünüdür.

Yalçın Hocamız bu süreci “Aydın-sızlaşma” olarak kavramlaştırıyor. Buradan bakınca “edebiyat-sızlaşma”, “kültür-süzleşme” süreçlerini görüyoruz. Kirlenme süreci cahilleşmeyi, bütün bu yozlaşmayı anlatıyor. Kir Teorisi bu sürecin eleştirel çözümlemesidir.

Düzenin Teknokratlarının Kirli Portreleri

Taylan Kara, özellikle Kirli Portreler’de bu sürecin vaka analizlerini yaptı. Bitmiş, ölmüş aydın’ın otopsisi de diyebiliriz. Kir Teorisi’yle aydın damlalarının tekeliyet lağımlarında yok olup gitmemesi için eleştirel bir aydın kanalı açmaya çalışıyoruz. Edebiyat yoksa, eleştirel, düzenle mücadele eden bir sanat yoksa, bunun taşıyıcısı, toplumun ahlakını ve eylemini arındıracak, daha ileriye taşıyacak aydın yoksa, kir’e, cehalete mahkûmuz demektir. Gezi İsyanından beri toplumdaki kitlesel çıkış arayışı ve gücüne karşılık, buna cevap üretecek, örgütlenme sağlayarak çıkışa götürecek aydın ve sanat edebiyatın çıkmayışı, var olanın kısırlığı en önemli sorunumuzdur.

Mustafa Göksoy: Kir Teorisi için, bellek kaybına ilacımızdır, diyorsunuz, bunu açımlar mısınız?

B. Sadık Albayrak: Cahilleşme süreci, tarih bilincinin yitimiyle başlıyor. İnsanlık kazandıklarını unutarak, yitirerek karanlık döneme, ortaçağa giriyor. Bellek kaybı hem toplumsal hem de bireysel planda gerilemenin, cahilleşmenin en önemli nedenidir. Emperyalist düzen, yalnızca bir sömürü mekanizması değil, insanı bozan, Kafka’nın Metamorfoz’unda yazdığı böceklere gerileten bir düzendir. İnsanın bütün bilimsel, felsefi, ahlaki, hukuksal kazanımlarını elinden alıyor, onu kullaştırıyor.

Postmodernizm Cahilleşmenin Felsefesidir

Felsefede ve sanatta hakim kılınan postmodernizm de en çok insanın aklına, ilerleme düşüncesine, planlı bir toplum ütopyasına düşmanlık ediyor. Bunun için bilimi, evrim teorisini, pozitivizmi yıkıyorlar. Bizde de gerçekçi edebiyatımızı silmek istediler. Aynı zamanda hepsi mücadeleci birer aydın olan gerçekçi romancılarımızın, hikâyecilerimizin, şairlerimizin eserlerini unutturdular. Varsa yoksa postmodern yazarların eserlerini çevirtip yayınladılar. Büyük holding yayınevleri ve kitabevleri kanalıyla edebiyat dünyasını denetim altına aldılar. Ödül mekanizması, gazete kitap ekleri, reklam güçleriyle bayağı bir edebiyatı kitlelere pazarladılar. Edebi belleğimizi yitirdik. Hasan Hüseyin’i, A. Kadir’i, İlhami Bekir’i, Arif Damar’ı, Cahit Irgat’ı okumamış şairler, Yakup Kadri’yi, Reşat Nuri’yi, Fakir Baykurt’u, Orhan Kemal’i bilmeyen romancılar yetiştirdiler. Edebiyat tarihini tekellerin ideolojisine uygun olarak yeniden yazdılar. Kir Teorisi ile bu sürece eleştirel bir müdahalede bulunmak istiyoruz. Bellek kaybına ilacımız derken bunu anlatmaya çalışıyoruz. Türk şiirini yalnız İkinci Yeni’nin dört şairinden ibaret sanan cahil kuşağa büyük edebi birikimimizi hatırlatmak gerekiyor. İleriye gitmek, yenilik yapmak için öncekileri bilmek ve aşmak gerekiyor.

Aydın, Düşüncenin Gücüne İnanan İnsandır

Mustafa Göksoy: Şimdi aydın-sızlaşma döneminde yaşıyoruz. Yalçın Küçük Hocamız, aydını “düşüncenin gücüne ve hızına inanan saf insan” olarak tarif ediyor; bu tarifi çok önemli buluyorum. Sizce aydın-sızlaşma ile Kir Teorisi arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir?

B. Sadık Albayrak: Daha önce belirttiğim gibi, aydın toplumun ufkunu genişleten, arayış ve çıkış yolunda umut veren çok önemli bir güçtür. Aydın-sızlaşma toplumu ve insanlığı bundan yoksun bırakıyor. Ufku daralan, değişim umudu olmayan bir toplum ortaya çıkıyor. Bu toplumda insani değerler siliniyor. Kirlenme, çürüme, cahilleşme meydana geliyor. Aydın, düşüncenin gücüne inanan insan, sürekli sorgulayarak, insanları etkileyerek toplumu dalgalandıran, çürümeyi önlemek için bir bakıma havalandıran insandır. Diktatörlüklerde düşüncenin yasaklanması, toplumu egemen gücün istediği gibi yönetmesi, çekip çevirmesi içindir. Aydının olmadığı bir toplumda sürekli diktatörlük hüküm sürer. Bugün tekeliyet düzeninin hüküm sürdüğü Batıda da büyük aydın-sızlaşma sözkonusudur. Buralarda da biçimsel olarak demokratik işleyiş olsa bile, görünürde diktatörlük bulunmasa bile, gerçekte tekeller diktatoryası vardır. Emperyalist ülkelerin Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren savaşları bu kadar kolaylıkla tezgâhlaması bu nedenledir. Yerinden yurdundan edilen Suriye’lilerin, Iraklı, Afganistan’lıların çürük gemilerde Akdeniz’de boğulmaları, Avrupa kapılarında toplama kamplarında tutulmaları, bu gerçeğin yansımalarıdır. Dünyaya, düşüncenin gücüne ve hızına kapıları kapatan düzenler hakimdir. İnsanlığın teknikte elde ettiği başarıların toplumsal örgütlenmede de karşılığını bulması, özgür, eşitlik içinde, barış içinde planlı ve uyumlu toplumların yaratılmasının önündeki en büyük engel bu sömürücü düzenlerdir. Korkunç sömürü için insan kirletilmekte, cahil düşürülmekte, dinler, metafizik felsefeler, çürümüş sanat ve edebiyatlar yoluyla edilgen ve umutsuz bırakılmaktadır. Bunları aşacak düşüncelere, felsefelere, bilim ve ütopyalara ihtiyacımız vardır. Ütopyalar düşüncenin gücüne ve hızına inanan saf insanların, aydınların umutlu kurgularıdır. Yalçın Küçük, Türk aydınında en önemli üç eksik tespit etmişti; red, kurgu ve ütopya. Kir Teorisi, çıkış için bu üçünü geliştirmemiz gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor diyebiliriz. Yeni Gelen dergisi de altbaşlığına bunları yazmıştır. Eksikleri kapatmaya çalışıyoruz.

Gerçek En Zor Ulaşılan Şey

Mustafa Göksoy: Sadık Hocam, okuyucuya kitabın son satırlarında “Sömürücü sermaye diktatörlüğüne son vermek ve bu çarkın vesilesi, vidası, megafonu olanları alaşağı etmek, çektirdiği acıların hesabını sormak için gerçek bizi kendine sahip çıkmaya çağırıyor.” diye sesleniyorsunuz. “Sahipsiz gerçek” nedir?

B. Sadık Albayrak: Günümüzde teknik altyapısı olağanüstü gelişen iletişim ve bilgilenme araçlarına rağmen en zor ulaşılan şey “gerçektir”. Tekeller düzeni, gerçeğin bilgisinin düşmanıdır, bunun ortaya çıkmaması için imam hatip eğitimi, postmodern bilim ve felsefe, yaşamla hiçbir bağı olmayan bir sanat-edebiyat icat etmiştir. Kirlenme ve cahilleşme bu sürecin anlatımıdır. Ama ne kadar gizlenmeye de çalışılsa yaşamın zorunlulukları bize gerçeği sürekli hatırlatmaktadır. Boğaz tokluğuna ücretle çalışma gerçeği, işsizlik gerçeği, aşksızlık, yaşama sevincinden yoksunluk gerçeği bize kendini sürekli duyurur. Çürümüş hukuk düzeni, rantiyer kentleşme gerçeği, kanserojen beslenme gerçeği yaşamımızın belirleyicileridir. Ancak kirli tekeller politikası ve ideolojisi bizi bu gerçekleri değiştirmekten alıkoymak için sürekli yanlış yollara sürükler. Gerçekdışı bir bilinçle sahte çözümlere yönlendirir. Kendi gerçeğimize cesaretle sahip çıkarak, onu güzelleştirmek için gereğini yapmaktan alıkoyar. Ben buna, yaşamın her anında karşımıza çıkan kendi gerçeğimize yabancılaşmamıza, ondan kaçmamıza “sahipsiz gerçek” diyorum. İnsanlığın sorunlarını çözmesi bilimin, felsefenin, estetiğin verileriyle, aklını kullanarak gerçeğine sahip çıkması ve gereğini yerine getirmesiyle mümkün olacaktır. Kirlerden arınmış bir toplum ve yaşamı kendi gerçeğimize sahip çıkarak, onu dönüştürmek için bilinçlenip örgütlenerek kurabiliriz. Gerçeğimize sahip çıkmak için okumayı, aydınlanmayı yoğunlaştırmamız gerekiyor. Bir yıla yakın bir zamandır, büyük güçlükleri aşarak çıkardığımız Yeni Gelen dergisi, kendi gerçeğimize sahip çıkmak için başlattığımız bir girişimdir. Red, Kurgu, Ütopya diyerek gerçeğimizi daha iyi kavramak ve değiştirmek için düşünce ve duygu üretiyoruz. Senin deyişinle Yeni Gelen, Kir Teorisi’nin dergisidir ve kitabın kaldığı yerden devam etmekteyiz. Kirlere henüz bağışıklık kazanmamış, burnu koku alma duyarlılığını yitirmemiş insanlarca, dostlarımızca daha çok okunmak ve tartışılmak istiyoruz. 2019’un Yeni Gelen’ciler, okurlarımız, halkımız ve insanlık için insani bir toplum ve yaşam mücadelesinin güçlendiği ve geliştiği bir yıl olmasını diliyorum.  

Mustafa Göksoy

12 Ekim 2021 Salı | 830 Görüntülenme

İlgili Kategori: Kitap Bağımlısı

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Etiketler