Tamer Karadağlı ve Her Ödülü Havuç, Her Kadını Meltem Sanmak

Tamer Karadağlı ve Her Ödülü Havuç, Her Kadını Meltem Sanmak - Haydar Ali Albayrak

Güncel gelişmelere baktığımızda pandemi sonrası sinemanın, kısır tartışmalara aynı heves ve enerjiyle döndüğünü görüyoruz. Salgının seyri hafifleyince salonlar açılıp festivaller yeniden başlarken, ödül törenleri için sahneler kurulurken, yazan-yöneten, oynayan, eleştiri namına kalem oynatan herkes kendini tekrar bir dalaşın orta yerinde buldu. Belli ki bu sonsuz dalaş, bu sığ polemikler sinemaseverlerimizin hoşuna gidiyor! Biz de nereden başlayacağız diye vakit harcamaktansa gündemin bir kulpundan tutalım.

Tamer Karadağlı ve iki süper eziklik birden

Henüz sıcak olduğundan Altın Portakal ödül töreninde yaşananlara değinmek istiyorum. Konuyu özetleyeyim. Son yirmi yılını değişime direnen maço bir aile babası rolünde “bababababa” diyerek geçirmiş Tamer Karadağlı Zuhal filmindeki performansıyla “en iyi kadın oyuncu” ödülünü Nihal Yalçın’a sunmak üzere sahnede bulunuyordu. Yalçın ödülü almadan konuşma yapınca Karadağlı öfkeden deliye dönüp Çocuklar Duymasın’da sergilediği jest ve mimiklere sarıldı adeta: Yüzü gerildi, dudakları büzüştü, başını salladı falan… Tuhaf tuhaf hareketler… Karadağlı bu agresif davranışları yüzünden sosyal medyada linç yerken AKP taraftarları hariç hak verenleri de oldu tabi. Yalçın’ın ödülü almadan konuşmaya başlaması üzerinden mazur görüldü Karadağlı. Bu açıdan bakıldığında evet, haklılık payı var. Ödülü verecek kişi ödül sahibinin teşekkür konuşmasını sonuna kadar dinlemek, orada öylece beklemek zorunda değil. Ancak mevzu bu kadar basit, Karadağlı da bu kadar masum sayılmaz. Oyuncunun tepki çekmesinin iki sebebi bulunuyor. Öncelikle Nihal Yalçın eline bir anda ödül tutuşturulunca doğal olarak pratikte İstanbul Sözleşmesini savunan konuşmasından çok daha politik bir adım atıp “beni susturmaya mı çalışıyorsunuz” dedi. Görüntü o yöndeydi. Haklı haksız hangi sebepten olursa olsun, ötesinde niyet susturmak olsun olmasın Karadağlı’nın hareketi saldırgan vücut diliyle birleşince böyle bir anlam taşıyordu. Yalçın da anında çıkışınca konuşmasından daha geçerli bir yönteme, teşhire başvurmuş oldu. Tabi buna bağlı sosyal medyada bir miktar “toksik erkeklik” tartışması döndü. Karadağlı ekranlarda izlediğimiz en eril tiplerden biri elbette fakat bana kalırsa bu olayda göze batmasının esas nedeni AKP kayığına binen oyunculardan oluşu ve buna rağmen o sahneye çıkıp “ezberlediği rolü” keyfince oynayabilmesi, ödül takdim ettiği kişiye hödük davranabilmesi. Onun yerinde hangi AKP’li olsa bozulacaktık. Öyle ki ödülü söz gelimi Hülya Koçyiğit verse ve konuşmayı benzer bir şekilde kesse (ki o hem ödülü vermez hem verse bile bu şekilde kesmezdi, tahmin edebiliyoruz) aynı tepkiyi gösterecektik. Bu görüntüler ve devamında gelen atışmalar toplumdaki kutuplaşmanın izdüşümü. Ödül töreni, sokak röportajı, meclis sıraları… Mekân değişse bile yarılmanın çarpıcı etkisi değişmiyor. İktidara yönelik bir öfke söz konusu…

Nihal Yalçın Zuhal filmindeki performansıyla “en iyi kadın oyuncu” ödülüne layık görüldü

Ezikliklerden ilki

Karadağlı’ya dönersek; 90’larda birkaç dizide “yakışıklı, karizmatik erkek” kontenjanından rol almış, oyunculuğunu ise saplanıp kaldığı “taşfırın erkeği Haluk”ta tamamen harcamış ve muhtemelen “kariyerimi berbat ettim, kendim ettim kendim buldum” diye yakınan bir adam. Ödül törenini evde izlese büyük ihtimal meslektaşına küfreder, “Bababababa artiste bak hele” gibisinden şeyler söylerdi. Hazımsızlığının, saldırgan refleksinin özündeyse ideolojik tavrının ve sesi çıkan kadınları hor görüşünün yattığını rahatlıkla öne sürebiliriz. Karadağlı kendini role kaptırmış, herkesi Meltem (Çocuklar Duymasın’daki rol arkadaşı) sanıyor ve belki Meltem’in (Pınar Altuğ) gerçek hayattaki dik duruşu, cesur kararları altında eziliyor, yine yaşadığı ezikliği bastırmak için rolünün imkânlarından, tanıdığı sorumsuzluk alanından ayrılamıyor.

Senelerce Çocuklar Duymasın dışında herhangi bir projede yer almayan Tamer Karadağlı dizideki çocukları Duygu, Havuç ve eşi Meltem (Pınar Altuğ) ile birlikte

İkincisi

15 Şubat 2003 tarihinde, Kadıköy’de bir miting düzenlendi. Tüm dünyayla eş güdümlü gerçekleşen ve milyonları harekete geçirme iddiasındaki organizasyon ABD’nin Irak işgal planını protesto ediyordu. Hayli kalabalıktı miting, Haldun Taner’in her iki yanı ve Beşiktaş İskelesinin önüne kadar tüm alan tıklım tıklım dolmuştu. O dönem Beyazıt’ta da mitingler düzenlenmiş, işgale sol ve İslamcı cenah birlikte tepki verdiğinden Beyazıt iki kesimi buluşturan sembolik bir anlam yüklenmişti. Neyse efendim, bu Kadıköy mitinginde Karadağlı sahne aldı, otobüsün üzerinden konuştu. Açıkçası konuşmanın içeriğini hatırlamıyorum, kısa sürdüğü kalmış aklımda. Miting sonrası ifadesine başvurulmak üzere gözaltına alındı Karadağlı. İlginç, AKP’nin devlet olmadığı, henüz emeklediği yıllardı, üstelik tabanını “Müslüman kanı dökmek” için de ikna edemiyordu çiçeği burnunda iktidar. Demek o dönem popüler bir oyuncu olan Karadağlı’nın devlet politikasına aykırı söylemde bulunması, ileri gidip bir otobüsün başında nutuk atması canlarını sıkmış olmalıydı. Karadağlı bu mitingten sonra siyasete ilişmedi hele muhalif hiçbir eyleme sokulmadı. Onun aksine Mehmet Ali Alabora -ki o da o dönem Yılan Hikayesi ile popülerliğinin zirvesindeydi- ise Gezi’ye değin giderek politik bir kimlik kazandı ve nihayet hakkında yürütülen linç kampanyası dolayısıyla Avrupa’ya iltica etti. Meselenin mitinglerde konuşma yapmak olmadığının, her şeyi popülizmle çözme uğraşının sonuç vermeyeceğinin kanıtıydı bu ayrışma ve Karadağlı’nın temsil ettiği çizgi kaçak dövüşmeye mahkumdu… Siyaset dışına itilmesi yani bir bakıma ikinci ezikliği Karadağlı’yı bir diğer ucuz mecraya, bu kez hükümet şakşakçılığına taşıdı. Popülist muhalefet yaptığı otobüsten inip -zorla indirilip- zamanla iktidarın kayığına bindi.

Geçmişe şöyle bir uzandığımızda Karadağlı’nın mitinge katılmadan önceki akşam Polis Eğitim Vakfı’nda
“örnek oyuncu” olarak yemek yediği de görülüyor.

 

Kürsülerde siyaset: Hak mı gösteri mi?

Buraya kadar anlaşılır, Karadağlı sonuçta… Ancak Karadağlı’ya destek veren bir kesimin Truva (Troya) atı gibi sinemaseverler arasına dalıp bir görüşü yaymaya çalışması ilgi çekici. Bu kesim mizahçı Ricky Gervais’ın ödül alanların siyasi içerikli konuşma yapmaları ve toplumsal mesajlar vermeleriyle dalga geçen sözlerini öne çıkararak “kürsü siyaset yeri değildir”i savunuyorlar. Oysa yanılıyorlar, tarih boyunca kürsüler, törenler, toplantılar her daim siyasetin yeri olmuştur. İster köy derneği başkanı olun ister kulüp başkanı, ister bir müzayede yönetin ister bir grup eğitim çalışması sözü aldığınızda siyaset yaparsınız. O konuşma zaten siyasidir. Çünkü size konuşma hakkı, kendinizi ifade etme olanağı tanınmıştır. Dolayısıyla bir hatibin seçimi, topluluk önüne çıkacak kişinin belirlenmesi başlı başına siyasetin işlevleri arasındadır ve bir temsiliyeti işaret eder. Örneğin suya sabuna dokunmuyor gözüken teşekkür konuşmaları da siyasidir. Sahneye çıkıp “Bana bu ödülü verenlere teşekkür ediyorum” diye başladığınızda kurulu düzene onay vermiş olursunuz. Hani şu internette karşımıza çıkan çerez mevzusu var ya… Kürsüde teşekkür etmek tüm çerezleri kabul etmektir aynı zamanda. Siyaset her yerdedir, dilin altında ve üstündedir. Gervais gibi bir mizahçının bu gerçeği göz ardı etmesi mümkün değil fakat orada bir taklit durumunu, gösteri ve kendini önemseme halini eleştiriyor. Oyuncular halktan biri, dahası dünyevi varlıklar olduklarını dahi unutup coştukça coşabiliyorlar. Gervais de buna takılıyor anladığım kadarıyla. Sonuçta Yalçın’ın siyasi içerikli konuşma yapmasından, kadınların sorunlarına değinmesinden daha doğal bir şey olamaz. Sussaydı bu kez politik bir suskunluk olacaktı benimsediği… Konuşunca siyasi konuşuyorsa susunca da siyasi susmuş olacaktı.

Ricky Gervais

Diğer yandan Karadağlı’nın boş durmayıp Nihal Yalçın’ın Demirtaş’a özgürlük istediği videolar bulması, “hanımefendi PKK’ya terör örgütü diyor mu bakalım” diye sorması her koşulda, ödülü veren ve alan elin yeterince politik olduğunu ortaya koyuyor. Karadağlı yaptığı terbiyesizliği yandaşı olduğu iktidarın manipülasyon becerisiyle örtmeye, üste çıkmaya çalışıyor. Bir tür mağduriyet ve gurur üretiyor. Yalçın Demirtaş’a özgürlük istemiş, Demirtaş da zamanında “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” demiş. Eh, biz de bu akıl yürütmesinden şu sonuca mı varalım? Sahnede ağzını burnunu yamultan Karadağlı o sıra terörle mi mücadele ediyordu?

Haydar Ali Albayrak

12 Ekim 2021 Salı | 800 Görüntülenme

İlgili Kategori: Gelenler & Gidenler

Düşüncelerinizi bizimle paylaşın

Sizden Gelenler

Bu konunun üzerine gitmemeyi uygun görmüyorum. İtip ötekileştirmek doğru değil gibi.. Malesef her insanın toplımsal duyarlılığı ve sorumluluk duygusu aynı değil. Sorululuğu fazla olanı ve bedel ödeyenleri takdir edelim, “utanılacak iş yapanları utancıyla yalnız bırakalım” derim.
Ali Çeliksöz | 11 Ekim 2021 Pazartesi

Etiketler